7 Ekim 2017 Cumartesi

Yorgun

Yorgunsun biliyorum;
konuşmaktan, duymaktan,
açıklamaktan, anlaşılmaya çabalamaktan yorgunsun.
en çok da hissetmekten.
her şeyi ince ince, kalbinin tüm damarlarına yayılmasından yoruldun artık..

Her şeyi düşündün, her şeyi hesapladın durdun.
Bakışlara takıldın, duruşlara takıldın,
sözcükleri düşündün işittiğin..
İşitmediklerine hayıflandın.
Eksik bıraktıklarına içerledin.
Sarılmayan kollara kahrettin.

Seni kolayca hırpaladı sevdiklerin.
Kolayca kullandılar yaralayan kelimelerini,
öfkenin altındaki üzüntüyü görmeden suçladılar.
Kalbindeki saflığı unutup, kötü niyet buldular bazen sende.
Bocalamalarını gördüler, yanlış anladılar.
Sormadılar sana, sorgulamadılar...
"Vardır bir sebebi" demediler yeterince.
İstediğin o basit sözcükleri,
sıcaklıkları veremediler yeterince.
Kolay olan hep gözden düşmekti, düşürdüler.
Zor olana yetebilenler giderek azaldı.
Vazgeçmeden sevebilen,
arızalarına, saçmalamalarına karşın
kalbinden seni eksik etmeyenler giderek azaldı.
Onlara daha sıkı tutundun.
Yaş aldıkça zorlaşan insanlıklara rağmen,
kalbinin sana armağan ettiği sevgilerine bağlandın iyice.

Hep büyük oynadın ama basitti istediklerin.
Basit ayrıntılarda bildin sevdiğini,
aynı ayrıntılarda inandın sevildiğine, güç bela da olsa.

Sen hep sevdin, hep sevgilerinin peşinden gittin, biliyorum. 
Düşünmedin bile, kimdir, nedir, sana ne yapar diye..
O kalplere girmek için çabaladın durdun. 
Ve bununla da yetinmedin.
Kendine sokulacak yer bulduğun kalplerde sağlam durmaya çalıştın bu sefer, 
yine yoruldun.

Ama hiç usanmadın..Hiç uslanmadın.
Çünkü kendi yüreğine borç bildin "emek" dedikleri şeyi.

Oysa gerekli miydi bunca mücadele..
Sürekli konuşmaya, anlatmaya, anlaşılmaya gerek var mıydı?
Konuştukça saçmalayacağını, 
seni anlayamayacaklarını, 
sadece sevgiye odaklanmayacaklarını bile bile,
cidden gerek var mıydı?

Oysa sen çok iyi bilirsin ki, sadece duyguydu yeterli olan.
Onca telaşa kapılmaya, en ufacık detaylarda hapsolup paniklemeye gerek yoktu.
Sen, sadece ve hep sevdin.
Elinden gelen en büyük beceri buydu zaten.
Neden yordun bunca kendini?
Neden ne olursam olayım "ben buyum" diyemedin?
Sen kimi sevsen, her şeyiyle sevebildin.
Neden bunun aynısını beklemedin?

Oysa sen böylesin...her neyin varsa sana dair, O'sun..
Bırak böyle kalasın,
bırak sadece sen istersen törpülenebilesin..
Bırak sadece kendin için değişesin..
ve bırak sevileceksen, böyle olsun..

Yorma artık kendini, lütfen..
Sen de çok değerlisin..
Dinlen biraz haydi..
Ayakta kal lütfen..

20 Eylül 2017 Çarşamba

Sonra..

Sonra..
Çekildim bir kenara seyrettim bütün olup biteni.
Baktım,
kimde ben ne kadarım,
kim bende ne kadar kalmış diye.

Ozdemir Asaf

10 Eylül 2017 Pazar

Deneme 14

Bin defa söylenenler, hele ki onlar için bir değerin yokken, kolayca çıkar dudaklarından.
Hiç düşünmezler sende yaratacağı birikintileri..
Oysa ağır aksak da olsa, birikir...Damlaya damlaya göl olur her bir acıtıcı kelime..
Sonra sever ama sevilmeye de alışırlar. Öyle zalimdir ki sevilmeye alışmak..
Bu kez bu alışkanlığın hoyratlığı başlar..
Yine kelimeler, kelimeler, kelimeler..
Büyüsüne fazlaca inandığımız ama bazen anlamı olmayan kelimeler kırar insanı..herkesi kırar; seni, beni, onu ve onları..

Sevgi neydi peki? Asıl neydi sevmek?
Yanında rahat olmak, yanında saçmalayabilmek, o hiç bilmediğimiz ama hep düşlediğimiz özgürlük hissini, yanında duymak değil mi?
Yanında, kendinleymiş gibi hissedebilmek, ağzından savurduklarına dikkat etmemek,
anlamsızlaşmak değil miydi yanında?
En derin korkularını, endişelerini bir çocuğun annesine anlatabilmesinin huzuru değil miydi sevmek? 

Peki ya sevilmek neydi?
Hiç gitmesin, hep kalsın istemekti. 
Beni benimle vurmasın, yaralamasın...
Kötülüğümle, dağınıklığımla, saçma sapanlığımla sevsin istemekti.
Güvenmekti belki, dünyanın bu en zor hissini duyabilmekti. 
Kolayca vazgeçmeyeceği bilmek, bazen duymak istemekti sevilmek.

Her şey öyle temiz başlar ki..Öyle parıl parıl..
İnsan kirletir sadece..
Geçmiş yarasından, 
gelecek korkusundan, 
kaybetme endişesinden 
ve belki en çok kendini korumak derdinden..

Günlerden / Edip Cansever

Evet evet
Doğrusu bilmiyorum
Dalıp dalıp gidiyorum böyle
Dalıp dalıp gidiyorum ve dalgınlığımda bir kent
Bir duvar, birde sen,duruşunda güz özellikleri
Dostlar,bütün dostlar içeride.

Bir kent mi,bir yüz mü,binlerce yüz mü,bir kent mi
Beyaz mı,daha mı beyaz,o kadar çok mu beyaz
Bütün bunları kendime bir adres gibi sorup
Hüznüme,kalbime,soğuğuma
Gelecekten arta kalan bir mutluyum

Ben gelecekten korka korka dönen bir mutluyum
Dünyanın bu küçük sesini işit
Bak,bir dalı,bir örtüyü,bir denizi tutan ellerime
Nanelerden,ıtırlardan,ıhlamurdan gelen
Anlayamadığım sevgililik
Var ya
Yani uzaktan yüzünü bile seçemediğin birinin
Adı en sevdiğin şairin adıyken

Soruyorsun bir de
Gülüyorsun,gül ya,neden gülmeyeceksin
Ağlayacaksan ağla işte
Bir gülüp bir ağlayacakken böyle sen
Soyulmuş bir dilim ayva yetişiyor gözlerime
Kaynamış suda pembeleşirken
Kederlerde bütün yüzler birleşir
Ve unutma gereklidir
Bir başka bakışında da gök yüzleri vardır,düz
Kuş sürüleri vardır eğri
Bir sana bir ayak bileklerine bakanların dünyası da vardır ki
İster kıyıları çekine çekine döven sulara benzet
İster ağır ağır yanan yaprak kümelerine
Anlıyor musun
Anlıyorsun elbette
Ne yaparsan yap yürürlüktedir yetinmezlik.

Maviyi soruyordun,gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi
Bir renk değildir mavi huydur bende
Ve benim yetinmezliğimdir
Ve herkesin yetinmezliğidir belki
Denecektir ki bir süre
Ve denecektir
Bir akşam üstünü düşünmek bir akşam üstünü düşünmekten
Başka nedir ki


Gelecekten utanarak dönen bir sevinçliğim
Ya sizler
Ey sırasını beklemeden gelen Akşam üstleri

Edip Cansever

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Unutmamanın Hikayesi

Unutmamıştı..
Yüzünün her milimetresini,
gülüşüyle çiçeklenen dudaklarını,
durduğu yerde kendi etrafında dönüşünü, 
olduğu yerde kıpırdamadan 
sadece gözlerini kilitleyip 
tek bir saniyede anlatabildiklerini,
hangi sokaklardan geçtiğini,
uğruna yolunu değiştirdiği dükkanları,
sevdiği kıyı kasabalarını hatırlıyordu. 
Hiç unutmamıştı, untumayı istememişti.

Şartlar ve zaman iki ebedi dost gibi birlik olup ayırmıştı onları.
Fikirlerini almadan, gözlerinin yaşına bakmadan 
bitirmişlerdi ilişkilerini..
Daha ne olduğunu anlamadan,
daha o eşsiz ve o korkunç duyguya doyamadan
birbirlerinin hayatından buhar olmuşlardı.

Hiç unutmadılar ama..
İkisi de tek bir anı bile bitirmediler.
Diğeri de unutmamıştı.
Sesinin hangi durumda hangi tonda çıkacağını,
Ellerinin konuşurken o'na coşkuyla eşlik edişini,
telefonda konuşurken ne zaman susacağını,
üstelik o sessizliğin onu deli edebileceğini unutmadı.
Kıyafetlerinin şeklini, şemalini,
yürürken ellerini ceplerine atışını,
hiç tanımadığı birine bile kırk yıllık ahbabı gibi davranabileceğini,
çocuklara yaklaşımını,
hangi yemeğe dayanamadığını,
bir mevsime tutkun olduğunu,
yılın hangi zamanı zayıfladığını,
asla ağzına süremediği içkiyi, unutmadı.

Hatırlamaya devam ettiler;
karşılıklı ama habersiz hatırladılar birbirlerini..
İki elini şakaklarına dayadığı o çaresiz anlarını,
üzgünken ve daha ıslanmadan büyüyen göz bebeklerini,
sarıldığında dünyanın dönüşünü durdurabildiğini,
alaycı sözleriyle kırdığında, usul usul gönül alışını,
sözcükleri hiç kullanmadan "seviyorum" deyişini,
yalana sığındığında nasıl utandığını
deli divane gizlemeye çalıştıklarını,
hiç farketmeden eleverişini,
en çok hangi acının onu büyüttüğünü,
çocukluğunu yitirdiği yıkımlarını, unutmadı.

İkisi de unutmadı..
Birbirlerine ait,
zihinlerine kazınmış hiç bir ayrıntıyı unutmadılar.

Bir yumruk kadar alanda beraber kaldılar.
Bilmeden, tahmin etmeden, aynı yerde ama ayrı ayrı..

Unutmadılar..

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Tezer Özlü'den

“Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.”
Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk

“Bizi bıraksalar. Ben onun dizlerine yatsam. İçgüdülerimizle gövdelerimizi tanısak. Birbirimizi sevsek. Doğanın geliştireceği sevgi içinde büyüsek. Ana karnındaki çocuk gibi.”
Tezer Özlü, Çocukluğun Soğuk Geceleri

Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku… Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur – artık hiçbir yerdesin.”

8 Ağustos 2017 Salı

Kötücül Düş

Başa çıkılmaz, alt edilmez bir hayal düştü zihnine
biliyorum saplandın batağına, çıkmak için büyük bir çabadasın.
Ama o kadar sert çırpınıyorsun ki çıkmak için, daha da beter saplanıyorsun.
Öyle deli deli çırpınma boşuna, derine daha derine çeker seni.
İnatlaşma sakın!
Biliyorum zor,
gözünü kapasan aynı yerdesin, aynı tuhaf görüntüde.
Öyle bir görüntü ki; yaralar, dağlar içini, bilirim.
Olursuz, sebepsiz, lanet bir görüntü..
Çaresiz hissetmektesin anlarım seni,
Kapat tüm algılarını, kov zihninden...
Bazı hayaller öldürücüdür,
için için, damla damla öldürür..
Bırak onu, gitsin içinden..
Kus gitsin..

21 Temmuz 2017 Cuma

Balkon'da

Bir süre o balkonda kalsam, 
zaman geçmese...
sabaha kadar konuşsam, dinlesem, sussam..
Öylece dursam bir süre, 
baksam baksam, 
gözlerime doldursam o güzel rengi.
kulaklarımda kalsa sesi.
Hiç bitmese..
Hiç değişmese..
Orada öyle hissedildiği gibi durabilse,
gitmese..

11 Haziran 2017 Pazar

Çam Ağaçları Altında

Öyle güzel ki varlığın...
Belki bir hikaye yaratacak yeteneğim yok ama
sonsuza kadar duygularımı anlatabilirim.
Belki de bunu yapabilmek yetiyordur bana.
Ne diyordum, öyle güzel ki varlığın...
Sürekli şu heybetli çam ağacının altındaymışım gibi güvende 
ve huzur dolu hissediyorum.
Hani kalabalık içinde sadece bir anlığına birbirimize bakıp, 
ne hissettiğimizi ne düşündüğümüzü anladığımız anlar var ya, 
o minicik anlar için bile değer.. 
O minik anların toplamı sonsuz bir bağ oluşturuyor sanki aramızda..
Tanrıya dua ediyorum sürsün diye.
Hani "Rahat bırak" diyorsun bana...
Hem kendimi hem mıntıkama dahil olanları..
Haklılığın karşısında susuyorum..
Rahat bırakıp kaybetmiş olduğum anlara inat,
bunun vereceği dinginliği düşünüyor ve riske girmeye değer diyorum.
Hem kendim için hem sevdiklerim için bunu başarabilmeliyim.
Sonsuz bir sevginin yanında bitmeyen bir yorgunluk veriyorum sanki, 
farkındayım.
Herkese zor ama en çok kendime.
7/24 benimle yaşayan ben'im sadece.
Evet dinlenmek güzel.
Aklımı başıma alıp özgürleştirmeliyim kendimi.
Hoş en son kendimi özgür bıraktığımda deli gibi içiyor ve 
kim olduğumla yüzleşiyordum.
O kişi birlikte yaşamak için zor biri.
Ben onu içerek kabullendim ya, henüz sana anlatamadım. 
Belki bir gün..
Herneyse dağıtmayalım..
Kimse vazgeçilmez değil, belki hiç bir duygu sonsuz değil ama 
ben büyük oynamadan yapamam bilirsin.
Büyük oynarak sevdim hep, yetinmedikçe emek verdim, sevgiyi buldum.
Kendimden de büyük oynamaktan da caymıyorum.
Toprağa bastıkça yine sakinleşiyor telaşlı ruhum, zihnim berraklaşıyor.
Sessizliğin içinde duyabildiğim bir kaç insan sesinden birisin ve
seni dinlemek bana çok iyi geliyor.
Varlığına minnet duyuyorum.
Vazgeçmeyen ve 
vazgeçilmez olmanın peşindeki kalbime de minnet duyuyorum.
Biliyorum beni anlıyorsun.
Hani içimin burkulduğunu hissettiğin anlar gibi...
Senin hissettiklerini anladığım gibi..
Konuşulmaz ama bilinir gibi..

6 Haziran 2017 Salı

Elfida

"yüzün geçmişten kalan, aşka tarif yazdıran
bir alaturka hüzün, yüzün kıyıma vuran
anne karnı huzuru, çocukluğumun sesi
senden bana şimdi zamanı sızdıran

şımartılmamış aşkın sessizliğe yakın
kimbilir kaç yüzyıldır sarılmamış kolların
sisliydi kirpiklerin ve gözlerin yağmurlu
yorulmuşsun hakkını almış yılların

elfida bir belalı başımsın
elfida beni farketme sakın
omzumda iz bırakma yüküm dünyaya yakın
elfida hep aklımda kalacaksın

elfida sen eski bir şarkısın
elfida beni farketme sakın
omzumda iz bırakma yüküm dünyaya yakın
elfida hep aklımda kalacaksın"

Emrah Aydoğdu

Özlemek

Kısa..

"Özlemek şekilsiz bugün. Tarif edemiyorum. Yerli yersiz karşıma çıkıp duruyor. Sanki benimle oynar gibi, anımsatmaya direnir gibi. Ah arsız bir çocuk olmuş özlem yine. Bazen tozlu kitapların arasından bazen de uzun zamandır kullanmadığım ve kilo verince içine yeniden sığabildiğim kot pantolonumun cebinden çıkıyor. Sonra hiç tanımadığım birinin gülümsemesinde çıkıyor ortaya. Sırtımdan çekiştiriyor. 
-Bir yüz- diyorum, nasıl da başka bir yüze bu denli benzeyebilir. Bir insanın tüm ifadesi nasıl yedi kat yabancı birinin mimiklerinde  canlanabilir? Ama benim hayretimin anlamı yok işte, an-lık bir başkalaşım yaşıyorum. Hayatımın bir dönemi donup kalıyor, başka bir dönemine sıçrıyorum. 
Peki o'na tebessüm etsem, sana etmiş sayılır mıyım? Onunla konuşursam, beni duyabilir misin?"

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Deneme 13

Damla damla çıkar oldun karşıma,
Eski yıkıcı dalgalarından eser yok. 
Artık daha az bakıyorum eski fotoğraflarına, 
zihnime giderek daha seyrek düşmeye başladın. 
Senelerin zehri nerede nasıl akmaya başladı bilmiyorum 
ama yüz yıllık bir ferahlama hissediyorum. 
Çok da kurcalamıyorum sebepleri.
Bu yaşımda öğrendim ki; ne kadar az kurcalarsam o kadar iyiyim. 
Ne kadar bırakırsam kendimi su yatağına, o kadar iyi..
Bırakmayı öğreniyorum belki..
Düşünmeyi azaltıyorum. 
Bir anda olmasa da adım adım..
Sorgularım da seyrekleşiyor. 
Hayatın beni eninde sonunda bırakacağı 
su kenarlarına, şehirlere, insanlara, duygulara direnmiyorum. 
Korkuysa korku, sevgiyse sevgi, acıysa acıya teslim oluyorum. 
Her neyse olup biten veya olacak olan, 
engelleyemeyeceğimi biliyorum.
Nasıl olsa hep sürecek diye 
kendi beynimi ikna ettiklerimden geriye dönüyorum. 
Mesela seni özlediğimi zannetmiyorum artık. 
Özlemenin bile bir alışkanlığa dönüşebildiğini görüyorum. 
Özlemeyi bırakıyorum. 
Eskide bir yerde saplanıp kalmış ruh parçamı kendime çağırıyorum. 
Ona diyorum ki; 
"yarım kalan hiç bir şey yok aslında. 
Her şey olması gerektiği gibi, olması gerektiği kadar".. 
Bana doğru koşar adımlarla geldiğini hissediyorum ruh parçamın.
Bir yıl daha geçerken, bin yıl daha büyüyorum.

4 Nisan 2017 Salı

Deneme 12

Hayal kırıklıkları ufacık ufacık damlar, damlar; göle dönüşmeden barajı boşaltmak gerekir. Ne yapıp edip bir yolunu bulmalı. Dolmasın o göl; kah ağlayarak, kah konuşarak ve belki de susarak boşalsın. Birikmesin yeter ki.

Peki bunca telaşın, bunca yanlışlığın, yanlış anlamaların, yanlış anlatmaların arasında nasıl olacak?

İnceliklere hangi arada derede fırsat bulacağız? Ya, anlatmaya çalıştıkça giderek dibe batarsak. Ya fazla konuşmanın zehir edici sonuçlarına ulaşırsak? Nasıl temizlenecek ortalık? Alaycı, "sen de herkes gibisin" bakışlarını nasıl sileceğiz sevdiğimiz gözlerden? 
Var mı bunun yolu..

"İnsan" öyle acılı ki tecrübelerinden, öyle alışmış ki kolay vazgeçişlere, yüzüstü bırakılmalara,  öyle değersizleştirilmiş ki..Kaygıları artıyor en ufacık bir detayda. Biliyor ki konuşsa bir türlü, sussa başka türlü..Hangisini seçeceğine şaşırıyor insan. Telaşını gizlemeye çalıştıkça saçmalıyor. 

"İnsan" öyle yorgun ki hassasiyetlerinden...Aslında korktuğu karşısındaki değil, kendisi...Kendi dünyasında hissedebileceklerinden korkuyor. 

Ve tabi acımasız yargılardan çekiniyor insan...Basit hataların yıkımlarından, kıyım gibi yoksunluklardan. Belki de en çok sevdiği yüreklerde kredisiz kalmaktan ürküyor..

Sözcüklerden, sivriliklerden kaçınmak için kapıyor gözlerini, kulaklarını..Yok saymak kolay geliyor her defasında. 

Oysa...her şey bitebilir ve her şey taptaze kalabilir..Her ikisi de öyle mümkün ki...Keşke insanın kendi ellerinde, kendi dilediğince olabilse...

21 Şubat 2017 Salı

Farkında?


Oradan, buradan...

"Bazen her şeyin farkında olduğunu düşünüyorum ve içim titriyor, irkiliyorum. Sessiz sakin, gizlenmeye çabalayan bir korku duyuyorum. Yokmuş gibi davranıp bu fikri zihnimden atmak işime geliyor. Farkında olmandan alenen korkuyorum aslında. Oysa ne saçma.
İnsan, olduğu gibi kabul görmelidir değil mi? Neysek oyuz ve gölgede kalan taraflarımızla bir bütünüz. Ama elimde değil, kimse fazlasıyla farkımda olmasın istiyorum. 
Birbirimize takılı kaldığımız ortak bir anda veya hiç de rahatsız etmeyen uzun bir bakışın içinde görüyorum; sanki içimi okuyorsun. Aklımdan ne geçiyorsa en başından beri; biliyor ve buna göre atıyorsun adımlarını.
Biliyor musun ki bazen kendi adımlarıma yabancılaşıyorum. Onları teker teker geriye çekmek istiyorum ama beni dinlemiyorlar. Aklı karışık, dünyanın gizini çözmeye çalışan şapşal bir çocuk gibi hissediyorum. Olmayan bir gizemin peşindeyim, biliyorum. Ama ya sen her şeyi biliyorsan? Ya cidden farkındaysan bende ne var ne yok? "

29 Ocak 2017 Pazar

Sessiz Bir Akşam

......Bana diyor ki "yazmıyorsun". 

Oysa bilmiyor ki benim içimden sürekli hikayeler geçiyor, adım sıra yaramaz cümleler, şekilsiz şiirler üşüşüyor gözlerimin önüne. Dağınık gezdiklerinde bir yere varmıyorlar. Ama ne zaman bir araya gelseler mutlaka yoluma çıkıp beni durduruyorlar. Devam etmeme engel olmak ister gibiler..Direnemiyorum bazen. "Haydi diyorum nereye istiyorsanız oraya gidelim madem". Sonunu düşünmeden düşüyorum peşlerine. Şehirler değiştiriyoruz birlikte, uzun uzun yürüyoruz, hiç bilmediğimiz insanların yaşamına dahil oluyoruz. 

Bazen geçmişin tozlu bir sayfasında buluyoruz kendimizi, ki çoğu zaman böyle oluyor. Sürekli aynı sokaklardan, aynı sahnelerden geçiyoruz. Zorla izlettiriyorlar "eski beni" bana. Gözlerimi kapatacak oluyorum veya kulaklarımı; ellerimi tutuyorlar sıkı sıkı. Mecbur görüyorum, mecbur duyuyorum. "Neyse ki gözlerim de kulaklarım da bozulmaya başladı ağır ağır" diye saçma bir teselliye girişiyorum. 

Bazense gelecek midir, neresidir, kimin hayatıdır bilmediğim yerlere sürükleniyorum. Tanımadığım insanlar, şehirler; bilmem ki belki bambaşka kıtalarda oluyoruz. Yabancı kıyılara düşüyorum veya yolunu izini bilmediğim sık ormanlara. Bir bakıyorum göğe uzanmış gökdelenlerin arasında kaybolmuşum. Etrafımdaki yüzler silik, kimseyi çıkaramıyorum. Konuşmaya çalışıyorum; sesim çıkmıyor. "Peki" diyorum ve yürümeye devam ediyorum. Belki de bir hayaldir bütün bunlar. Belki kendimin bile değil, başka insanların düşlerinde dolaşıyorum, kim bilir. 

Cümleler sürüklerken beni, susup devam ediyorum. Sabırla bekliyorum yorulurlar diye ama asla kendi kendilerine caymıyorlar. Ben yorgun düşüyorum eninde sonunda. Diz çöküyorum önlerinde. "Ne isterseniz yaparım, yeter ki döneyim artık evime, sevdiklerime" diyorum. Neden sonra, bana acıyorlar belki, bırakıyorlar beni aniden. Puff, bir anda buhar oluyorlar sanki. Böyle oluyor hep; onlarla gidince dengemi yitirir gibi oluyorum. Başka bir dünyaya geçiyorum ve dışarıdan görünen halimden eser kalmıyor. Hayatım, "benim" olmaktan çıkıyor, ben sanki başka bir hayatın peşinden sürükleniyorum. 
Benim bıkkınlığımla pes edip gittiklerinde ise, ne zaman dönecekleri belli olmuyor. Biraz küsüyorlar sanki bana. Onları tuhaf bir şekilde özlüyorum ama yokluklarında soluklanıyor, dinleniyorum. Çünkü eninde sonunda geleceklerini biliyorum.

İşte böyle; düşünerek yazılmıyor ki; "yazmak" göz yaşı gibi, tutulmuyor, akıp gidiyor. Üstelik tamamen kendi özgür iradesiyle..Bekliyorsun haftalarca, aylarca; bir damla düşmüyor.. Sonra en beklenmedik anında, koşa koşa akmak istiyorlar.

Sense boyun eğiyorsun...

İşte böyle..

Beni Koyup Gitme- Attila İlhan

Beni koyup gitme ne olursun
Durduğun yerde dur
Kendini martılarla bir tutma
Senin kanatların yok
Düşersin yorulursun
Beni koyup gitme ne olursun

Bir deniz kıyısında otur
Gemiler sensiz gitsin bırak
Herkes gibi yaşasana sen
İşine gücüne baksana
Evlenirsin çocuğun olur

Sonun kötüye varacak
Beni koyup gitme ne olursun

Elimi tutuyorlar ayağımı
Yetişemiyorum ardından

Hevesim olsa param olmuyor
Param olsa hevesim
Yaptıklarını affettim
Seninle gelmeyeceğim
Beni koyup gitme ne olursun

Attila İlhan