22 Eylül 2016 Perşembe

Bir Soğuk Eylül Günü

Hırpalanmış bir mevsimdi geçtiğimiz yaz. Ne mevsim ne olup bittiğini anladı, ne biz nefesliler fark ettik dünyanın hızını. Öyle bir şapşallık, belki utanmaz bir umutsuzluk herkesin üzerinde. Kim bilir dünyanın artık sonu gelmişti. Kim bilir belki evrenin bir yerlerinde yeni kurulmuş dünyalar vardır ve artık oralara doğru bir hayat doğuyordur. Belki bu dünyanın insanları olarak yeterince "kötü" ve "bencil" olmuşuzdur artık. Bu dünyanın insanlık dışında kalan tüm nefeslileri o dünyaya gitmeliler hemen, hemen.. Çünkü hiç biri bizim ırkımız kadar karmaşık ve zalim değil.

Tüm bunları bana düşündüren aniden gelen gri bulut kümeleri olamaz elbette. Çünkü sonbahar çok güzel mevsimdir. Hele ki Eylül..En net, en pürüzsüz günlerdir belki Eylül'ün bize armağan ettiği..Bana bunları yazan her geçen gün daha da büyümek..Benim yolumun yarısı 35 midir bilemem ama ömrün ortası varsayılan bu yaş zihnimi açıyor sanırım. Zorunluluk kisvesi içindeki duygular ve hatta duygusuzluklar etrafımda ne varsa berraklaştırıyor bu günlerde. Yine sıfatların, anlamsız bağların yükü altında hissediyorum. Ama bu kez üzülmekten başka bir duruma dönüşüyor bu yük. Umursamazlıkla, her şeyi yıkıp geçme duygusu arasında bocalıyorum. Tek sıkıntı bu bocalamak zaten. İçimde durdurabildiğim tüm hırçınlıklar "ölüm var" düşüncesinden kaynaklı. Yoksa öyle hazırım ki dönüp arkamı gitmeye, insanları tek tek içimde yok etmeye.

Ama işte madalyonlar gibi yaşamlar...Asla tek taraflı olmuyor hiç bir gün ve hatta hiç bir an..Bu hırçınlığı en dibine kadar hissettiğim an'lar, saliseler içinde aklıma düşen bir gülümseyişle yok oluyor. Bir kelime veya bir çift gözden aldığım güçle sakinleşiyorum. Bazen de sadece kendi yüreğim tutuyor elimden. İçimde tükenmeyen bir ilkbahar doğuyor. Tüm öfkeler "insan be" tesellisine dönüşüyor. 

Sonra avuçlarımı açıp bakıyorum. Bol çizikli avuçlarımda görüyorum içimi ferahlatan ne varsa. Bir çocuk mu;  hemen gülüyorum kocaman gözlerine bakarak. Islanmaya hazır gözleri her an severek bakıyor bana. "Evlat" diyerek kokluyorum. O koku deli bir panzehir, ruhuma, biliyorum.. Onun yanında yürüyen masal adam en tanıdık en içten haliyle beliriyor hemencecik. Masal anlatıyor bana yine..İçinde hiç barındırmadığı, hatta aklından bile geçiremeyeceği her ne kötülük var ise, hepsini çöpe atıyor varlığıyla. Hiç bitmeyen bir sevda oluyor masal adam..Onun hemen ardından elimden tutup ayağa kaldıran çınar gibi bir dost yürüyor gülerek. Gülmediği de oluyor ara ara ama biliyorum ki bana inanıyor, eninde sonunda anlayacak, onu beklemeye ant içiyorum. Bir yaşam boyu sürse yine beklerim yeniden gülümsemesini. Onu her gördüğümde bizi yaratan güce dualar ediyorum, fark etmeden..Varlığı armağan bir çift parlak göz..Hızlı adımlarla geçişini tamamlıyor. Onun ardından bir kaç güzel kadın geçiyorlar. Benim "kızlarım" onlar..Top oynayarak, sek sek oynayarak geçiyorlar. Onları öyle uzun zamandır tanıyorum ki, her halleri ezberimde. Aralarında biri hiç solmayan bir yaprak kalbimde, diğeri ise "seviyorum" diyor hiç bıkmadan..Avuçlarımdaki son sahnede; annem-babam; ağır ve sağlam adımlarla yürüyorlar, gücüme güç katarak.. 

Tamam diyorum bu kadarı yeterli. İçimde basitliğin, sadeliğin mutluluğu onlar. Beni kendime sevdiren, "ben" olmama el atanlar yetmez mi..
İçimi acıtan her şeye, herkese direniyorum. İnat ediyorum düpedüz..Önce kendime sonra avuçlarımdakilere tutunuyorum. Ta ki bir sonraki hırçınlığa kadar. Beni değil onları umursamazlıkla yıkacak küçük ama sağlam hırçınlıkları bekliyorum.. 

Hiç yorum yok: