14 Aralık 2016 Çarşamba

Olmadı mı?

Belki de zannettiğin kadar önemsemiyordur seni. Uzaklığı, yok sayması, umarsızlığı bundandır belki, olamaz mi? Bunu hiç düşünmemiş olamazsın. Yoksa toz konduramadın mı henüz.. Belki de artık sevmiyordur yeterince. Üstelik seni sevmek zorunda değil. Hayatındaki rolü her ne olursa olsun, mecbur değil. Belki senden belki kendisinden ötürü, belki de hiç sebepsiz bitmiştir sevgisi. Azala azala yok olmuştur hissettikleri. Veya seni, hiç bir zaman zannettiğin kadar sevmedi. Belki sevilmekti onun hoşlandığı,  buydu yakınlığının tek sebebi, olmaz mı dersin..Belki de bu mümkündür. Hem, sen bitmeyen ne gördün hayatında? Hadi diyelim bitmeyen bazı seyler var. Peki bu bitmeyenler, hiç değişmediler mi? Aklından hiç çıkmayan birini bir de bakmışsın nadiren düşünür olmuşsun. Olmadı mı bu? Uzun zaman her gün görüştüğün, bir gün görmesen özlediğin birini artık kırk yılda bir görür olmuşsun ve bunu hiç umursamamışsındır. Bu da mı olmadı? Bir zamanlar ağzından çıkan her kelimeyi zihnine kazıdığın, her cümlesine anlamlar yüklediğin insanı duymamaya başlamışsındır ? Sesini duymak için bahaneler ürettiğin insanın ses tonuna yabancılaşmışsındır. Ya da bakışından aklını okuduğun insanın, huyuna yabancılaşmışsındır. Bunlar hiç mi olmadı?  Yokluğuna varlığı kadar çabuk alıştığın biri olmuştur mesela, olmadı mı?
Hadi canım sen de...Hiç kandırma kendini..Mutlaka olmuştur ve olacaktır. Hangi kalp dayanır bunca sevmeye, bu kadar çok yüreği taşımaya kim katlanır? O yüzden harap etme ne kendini ne karşındakini..Yaşa, tadını çıkar. Tükenir diye korkmadan yaşa..Doya doya, kana kana sev...Bir an bile çok değerli. Bitmemecesine yaşa, hiç yitirmeyecekmişsin gibi..Umut ya, belki de...

20 Kasım 2016 Pazar

Kendi İle



İnsan bazen tamamen kendine dönmeli,
Dinlemeli kendini bolca,
Sırf iç sesiyle konuşmalı.
Herkesden herşeyden uzaklaşmalı,
uzaklaşmalı ki kendine dönebilsin.
Yalnızken, kendini daha yakından görebilir çünkü,
Kimsenin gözünden değil
Kendi yüreğiyle bakar kendisine,
Neler oluyor neler bitiyor, anlar..
İnsan bazen bırakmalı herşeyi
Biraz sessiz,
Biraz uzak,
Biraz sakin kalabilmeli.
Kendine kıyak geçmeli insan bazen.
Yorgunluğundan uzak tutmalı sevdiklerini,
Yükünü alıp sırtından,
karşısındaki sandalyeye oturtmalı,
Onunla sohbet etmeli sessiz sessiz.
Kimse girmemeli kendiyle arasına,
Sırlarını bir bir dökmeli.
Yüzüne doğru ıslatmalı gözlerini,
Ağız dolusu gülmeli,
Rahat ve ferah küfretmeli,
Öfkesini kusmalı nefessiz..
Kendine bırakmalı kendini,
Sorumsuz olmalı dibine kadar..
Birazcık sadece biraz,
Sırf kendiyle ilgilenmeli,
Sadece kendisine dönmeli..
Sonra..
Soluğunu düzenleyip,
Kalp atışlarını dizginleyip,
Geriye daha sağlam dönebilmeli..

15 Kasım 2016 Salı

Kuyu

Sözcükler, kapkara bir kuyuda gizlenmişler aylardır;
yüzüme vuran kış soğuğuyla birlikte,
aniden çıkıverdiler karşıma..
ama sıraya dizebilmek ne mümkün.
Dağınık duruyorlar, düzensiz..
Bir türlü cümle olamıyorlar.
Ben onlara konuşuyorum,
Onlar bana susuyorlar.
Bekliyorum..
Damağımdaki şarap daha ilk yudumda
Başımı döndürsün istiyorum, olmuyor.
Madem içemiyorum,
Derin bir nefes çekeyim diyorum, 
O da olmuyor.
Nefesim kesik ve eksik.
Ağırlıktan biliyorum, 
bildiğimden utanıyorum.
Nefesim yetse bağıra çağıra anlatmak istiyorum, yetmiyor.
Kış, tüm asilliğini takmış koluna geliyor.
"Hoşgeldin sarılmanın mevsimi" diyorum.
Sarılmayı bilmeyen bir ırka selam çakıyor..
Ah bu damağımdaki şarap, 
keşke daha çabuk döndürse başımı, ısıtsa kanımı..
Kıştan ve nefessizlikten korusa beni..
Benden, kollasa beni..

14 Kasım 2016 Pazartesi

Öylesine

Bir cümle kurarsın, kimse bilmez içine sakladığın anlamları...Anlamadıklarını bildiğinden bıyık altı gülümsersin, yarım - belli belirsiz. O an, kendini içine attığın dehlizleri anlayamazlar. Dışarıdan bakarlar sana; kimisi şöyle bir bakıp geçer, kimisi uzun uzun inceler. Halini tavrını, yürüyüşünü, kılık kıyafetini, saçlarını hangi yana taradığından tut, mimiklerine kadar bakar bakarlar. Yaşamını bilirler ya hani kendilerince; kimsin nesin, nelerden hoşlanırsın her şeyi bilirler ya..Tamamdır senin profilin. Çizmişlerdir seni akılları sıra, müthiş zihinlerinde..Oysa bir hiçtir bildiklerini zannettikleri. Senin dünyan tamamen gizlidir, kapaklıdır, uçsuzdur bucaksızdır işte. Herkes için böyledir üstelik, elbet benim özelliğim değil bu. Ama bayılır insanoğlu seni kalıplara koymaya. İsminin yanına sıfatlar ekler, zamirlerini dilediğince geçirir ağızlarından. Seninse bunlara vereceğin tepki, iç dünyanı daha da büyültmektir. Dışarıya yansıttığın sen, onlardan gizlediğin sen'den giderek uzaklaşır. Bu mesafe, senin dışındaki hemen hemen herkesle olan mesafenle doğru orantılıdır. Çok az, pek çok az insanla yakınlaşabilirsin. Ruhunun yarenlik yapmak istediği ruhları özenle seçmesi, şansındır. Çünkü dizlerin gibi yüreğini de kanata kanata alışırsın "insan" dan olabildiğince uzak durmaya. Kendini sadece kendinle yakın tutmaya çabalarken nadiren de olsa içine yakın tutabileceğin birilerine denk gelirsen; bağ kurmak istersin. Çünkü tüm öfkelerine, kırgınlığına rağmen, gizli kapaklı hasretsindir insana. Bin bir emek oluşturduğun o bağ, kıymetindir artık. Pamuklara sarmak, cam fanuslarda saklamak istersin. Hiç bir canlı dokunamasın diye. Havayla temas etmesin, uçup gitmesin diye. Ama bunu yaparken, hiç de hakkın olmadığını bilirsin aslında. Ne haddine senin oysa ki? Hayata karşı ayak direyemezsin..Suyun akışına engel olabilir misin? Yaşanacak her zaman yaşanacaktır. Eninde sonunda..Başlangıçlar, yakınlaşmalar, uzaklaşmalar, yitip gitmeler sen ne yaparsan yap, günü gelince kapını çalacaktır. Sense, kendi eşsiz hikayenin baş kahramanı olarak, film izler gibi izlersin başına gelecek her şeyi. Evindeki en rahat köşeye çekilir, battaniyenin altına girer, tamamen "sen" olabildiğin o çırılçıplak an'ın tadını çıkarır, yaşamını izlersin. Mutlulukla, üzüntünün arasında mekik dokuyan hayatını elindeki kahve fincanından güç alarak izlersin. Ara ara başa sararsın mesela. O sahneyi defalarca izler durursun. Bazı sahneleri dondurur kendini ve sahnedeki her ayrıntıyı uzun uzun incelersin..Ne yapmıştım diye sorarsın kendine..Burada iyi-kötü ne yapmıştım..Yorulursun uyursun bir kaç saat. Sonra karnını doyurursun. Ara ara bu çıplak, tamamen sana ait anları bırakmak zorunda kalır ama ilk fırsatta koltuğuna geri dönmek istersin. İzlemeye devam edersin. Güzel anları, yaş alan zihnine  çiviyle kazır, yaralarının üzerini kapatır, dersler çıkarırsın..Sonra...Saatin zili çalar, yatağından fırlarsın. Hayat, dışarıda seni bekliyordur. İçine dalmak ve herkesin gördüğü sen'i yaşamak için..

31 Ekim 2016 Pazartesi

Küçülürsün

Bir cümlesinden etkilenip bir şiire, bir kitaba dalar, içinde kaybolursun..
Bir saniyesinde geçmişini bulup uzun bir şarkıya kapılırsın, dinler dinler durursun..
Tek sahilini sever, koca bir şehre tutulursun..
Bir sahneye takılır aklın, filmin hayranı olursun, defalarca izlersin.
Bir aromaya kapılır muhteşem bir kokunun delisi olursun..
Bir tonuna tutulur, bir rengin kölesi olursun.
Ufacık bir mimikten hoşlanır, bir yüze aşık olursun..
Tek bir huyuna aldanıp, bir insanı bütünüyle seversin..
Her şey küçük başlar, büyür büyür..
Sonra sen küçülür küçülürsün..

"Yalnız Bir Opera" Şiirinden

.............
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. 

Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, 

biraz daha fazla sevdiğim, 
biraz daha önem verdiğim.
.........
Murathan Mungan

4 Ekim 2016 Salı

Gözyaşı

Arsız gözyaşları'm,
Nereden çıktınız böyle aniden?
Oysa uzun süre gelmenizi beklemiştim.
Dökülün gözlerimden,
sırtımı hafifletin istemiştim.
Gelip elimden tutun,
nefesimi açın istemiştim..
Ama gelmediniz bekleyince.
İnatla gizlendiniz, gelmediniz.
Şimdi hiç beklemediğim bir an'da
karşıma çıktınız.
İçimi acıtan bir melodinin eşliğinde ıslattınız kopkoyu gözlerimi.
Yüzümü sırılsıklam ettiniz gecenin karanlığında..
Yine gecede,
Yine sessizlikte
Yine aniden..
Hani o sebebini anlayamadığım
saçma acı gibi,
Köklendiniz bana..
Kabul tamam;
Çağırdığımda gelmeyeceksiniz,
Siz hep en olmadık zamanda önüme çıkacak
ve aklımı karmakarışık edeceksiniz.
Kabul tamam;
Söz hep sizin..

30 Eylül 2016 Cuma

Gibi Gibi - Feridun Düzağaç

"Gibiler ülkesinde
Gibi gibi sevme beni
Kara gözlükler ardından
Görmezden gelme beni
Bildiğim şeyleri soruyor gibi yapma
Germe beni
Yarışır gibi sevme
Herkes yendi sen yenme
Hiçbir şeyi hiç kimseyi herkes gibi sevmedim ben
Onca yaraya açlığa karşılık beklemeden
Çok zamansız gittiler hiç acelem yokken sen gitme
Yarışır gibi sevme
Herkes yendi sen yenme
Hayat beni savurdu yerden yere
Sen esme
Ad koyunca büyüsü bozulur diye
İsimsiz izinsiz içinden sev beni
Gibiler ülkesinde
Gibi gibi sevme beni"

Feridun Düzağaç

26 Eylül 2016 Pazartesi

Büyük İş

Sarılmak, çok ciddi bir iştir.
Adım atması da üstesinden gelmesi de yürek ister, cesaret ister.
Eğer adamakıllı sarılmayacaksan,
hiç yetlenmeyeceksin..
Hakkını vermeyeceksen,
ruhunla sarılıp, sarıldığına ruhunu vermeyeceksen eğer,
iki beden birbirine hiç değmemeli..
Beden, ruhsuz bir kemik ve et yığınıdır eninde sonunda..
Ruh ve yürekle sarılacaksın..
Beynin ikna olacak,
Kalbin isteyecek ve
kolların emin olacak..
Kalbin tedirgin olsa bile
bedenine yansıtmayacaksın bunu.
Sarıldığında; enerjini, duygularını geçireceksin karşındakine..
"Buradayım ben, senin ruhunun yorgunluğunu, benim ruhum alır" diyebileceksin.
Bırakacaksın kendini,
sımsıkı kolların konuşacak,
sessiz ama kendinden emin.
Güven vereceksin, bıkmadan inandıracaksın kendine..
Tüm bunları yapamayacaksan,
hiç kalkışmayacaksın sarılmaya..
Tokalaş gitsin,
Yeter de artar bile sana.
Dokunmak büyük iştir,
Yürek ister..
Herkesle olmaz,
Herkes yapamaz!


22 Eylül 2016 Perşembe

Bir Soğuk Eylül Günü

Hırpalanmış bir mevsimdi geçtiğimiz yaz. Ne mevsim ne olup bittiğini anladı, ne biz nefesliler fark ettik dünyanın hızını. Öyle bir şapşallık, belki utanmaz bir umutsuzluk herkesin üzerinde. Kim bilir dünyanın artık sonu gelmişti. Kim bilir belki evrenin bir yerlerinde yeni kurulmuş dünyalar vardır ve artık oralara doğru bir hayat doğuyordur. Belki bu dünyanın insanları olarak yeterince "kötü" ve "bencil" olmuşuzdur artık. Bu dünyanın insanlık dışında kalan tüm nefeslileri o dünyaya gitmeliler hemen, hemen.. Çünkü hiç biri bizim ırkımız kadar karmaşık ve zalim değil.

Tüm bunları bana düşündüren aniden gelen gri bulut kümeleri olamaz elbette. Çünkü sonbahar çok güzel mevsimdir. Hele ki Eylül..En net, en pürüzsüz günlerdir belki Eylül'ün bize armağan ettiği..Bana bunları yazan her geçen gün daha da büyümek..Benim yolumun yarısı 35 midir bilemem ama ömrün ortası varsayılan bu yaş zihnimi açıyor sanırım. Zorunluluk kisvesi içindeki duygular ve hatta duygusuzluklar etrafımda ne varsa berraklaştırıyor bu günlerde. Yine sıfatların, anlamsız bağların yükü altında hissediyorum. Ama bu kez üzülmekten başka bir duruma dönüşüyor bu yük. Umursamazlıkla, her şeyi yıkıp geçme duygusu arasında bocalıyorum. Tek sıkıntı bu bocalamak zaten. İçimde durdurabildiğim tüm hırçınlıklar "ölüm var" düşüncesinden kaynaklı. Yoksa öyle hazırım ki dönüp arkamı gitmeye, insanları tek tek içimde yok etmeye.

Ama işte madalyonlar gibi yaşamlar...Asla tek taraflı olmuyor hiç bir gün ve hatta hiç bir an..Bu hırçınlığı en dibine kadar hissettiğim an'lar, saliseler içinde aklıma düşen bir gülümseyişle yok oluyor. Bir kelime veya bir çift gözden aldığım güçle sakinleşiyorum. Bazen de sadece kendi yüreğim tutuyor elimden. İçimde tükenmeyen bir ilkbahar doğuyor. Tüm öfkeler "insan be" tesellisine dönüşüyor. 

Sonra avuçlarımı açıp bakıyorum. Bol çizikli avuçlarımda görüyorum içimi ferahlatan ne varsa. Bir çocuk mu;  hemen gülüyorum kocaman gözlerine bakarak. Islanmaya hazır gözleri her an severek bakıyor bana. "Evlat" diyerek kokluyorum. O koku deli bir panzehir, ruhuma, biliyorum.. Onun yanında yürüyen masal adam en tanıdık en içten haliyle beliriyor hemencecik. Masal anlatıyor bana yine..İçinde hiç barındırmadığı, hatta aklından bile geçiremeyeceği her ne kötülük var ise, hepsini çöpe atıyor varlığıyla. Hiç bitmeyen bir sevda oluyor masal adam..Onun hemen ardından elimden tutup ayağa kaldıran çınar gibi bir dost yürüyor gülerek. Gülmediği de oluyor ara ara ama biliyorum ki bana inanıyor, eninde sonunda anlayacak, onu beklemeye ant içiyorum. Bir yaşam boyu sürse yine beklerim yeniden gülümsemesini. Onu her gördüğümde bizi yaratan güce dualar ediyorum, fark etmeden..Varlığı armağan bir çift parlak göz..Hızlı adımlarla geçişini tamamlıyor. Onun ardından bir kaç güzel kadın geçiyorlar. Benim "kızlarım" onlar..Top oynayarak, sek sek oynayarak geçiyorlar. Onları öyle uzun zamandır tanıyorum ki, her halleri ezberimde. Aralarında biri hiç solmayan bir yaprak kalbimde, diğeri ise "seviyorum" diyor hiç bıkmadan..Avuçlarımdaki son sahnede; annem-babam; ağır ve sağlam adımlarla yürüyorlar, gücüme güç katarak.. 

Tamam diyorum bu kadarı yeterli. İçimde basitliğin, sadeliğin mutluluğu onlar. Beni kendime sevdiren, "ben" olmama el atanlar yetmez mi..
İçimi acıtan her şeye, herkese direniyorum. İnat ediyorum düpedüz..Önce kendime sonra avuçlarımdakilere tutunuyorum. Ta ki bir sonraki hırçınlığa kadar. Beni değil onları umursamazlıkla yıkacak küçük ama sağlam hırçınlıkları bekliyorum.. 

6 Eylül 2016 Salı

Deneme 11

Geçen zamana rağmen hala biraz tedirgindim. Ondan ötürü değil, kendimden ötürü elbette. Çekinerek ama bu çekingenliği kapatmak istercesine aniden bıraktım elimdekini ona doğru. Öyle güzel gülümsedi ki aniden, kapkara yağmur bulutlarının yavaşça dağılması, sıcacık güneş ışıklarının azar azar sızması gibi aydınlandı yüzü. O an, o dört duvar arasındaki zaman durdu, tüm cisimler tüm insanlar birer ağaca dönüşüverdiler. Uzanıp öpmek istedi beni..Ben yine aynı tedirginliğimle sarıldım, sımsıkı...Ona sarılırken aslında, aramızdaki görünmez bağlara sarılıyordum, bilmiyordu. Enerjisini aldım, enerjimi verdim..Yaşam hücrelerini tazelemek istedim. Yorgunluğu varsa almak, sıkıntılarını yok etmek istedim. Mümkün müydü hiç bilemeden. Oysa en iyi bildiğim şeydir bu; "sarılmak" öyle iyileştiriciydi ki eğer hakkını verirsen..Şair çok haklıydı; "sevmek" her şeyi düzeltiyordu. Koca şehrin ortasında; sayısız baskının ağırlığı altında ve bir çok özgürlüğünü yitirdiğin vahşi bir düzene boyun eğmişken, sadece "sevgi" ve sevgiyle yapılanlar -insan- hissettiriyordu. Yaşamanın tadı böyle çıkıyor, zayıflıklar böyle böyle yok oluyordu. Gücü; kendi içimizden alıp sevdiklerimize dağıtıyorduk bile isteye, sevdiklerimizden alıyorduk yine, sonra içimize saklıyorduk belki. Bir daha gerektiğinde kullanmak için. Ruhlarımızı güçlü kılan kimi zaman kelimeler, kimi zaman cisimler veya tarifi olmayan tavırlar oluyordu. Bazen bir dost, bazen sevgili veya sevimli bir hayvan, küçük bir çocukla ayakta duruyorduk..Başka yol olmadığını bilerek, deneyimleyerek..

2 Eylül 2016 Cuma

Kızıma Mektup ( 4 )

Evlat...

Bu satırları, sen yatağında mışıl mışıl uyurken yazıyorum. Yazmaya oturdum ve sadece sana yazmak istedim. Biliyorum uzun zaman oldu, oysa anlatacak öyle çok şey var ki..

Sen hem duygusal, hem de komik bir çocuksun. Benimse, bu melankolik hallerim hiç bitmeyecek biliyorum. Ne çocuk yaşta farklıydım ne de yetişkinlikte değişebildim. Kaçınılmaz olan değişimler belki de hep teğet geçti beni. Ama yine de biliyorum ki, senin yaşamıma gelişinle bambaşka bir dünyaya adım attım. Önce ruhumda sonra bedenimde hissettim seni. Dokuz ay boyunca sadece sen ve ben vardık. Her yere benimle geliyor; çıkardığım her sese, kalbimin ritmine, hissettiklerime şahit oluyordun..Öyle büyülü öyle huzurlu günlerdi ki..Benimleydin, tamamen. Sonra kokunla, yüzünle ve o meraklı bakışlarınla dünyaya geldin. Yaşattığın her duygu bana yeni kapılar açıyordu. Hayret ve kaygıyla yaşıyordum seni, anneliği. Tırmalayarak, hırpalanarak ve büyüyerek öğrendim..

Hayatın hiç bilmediğim sureti oldun benim için. Nereden ve nasıl başladığını bilmediğim ürkütücü bir sevgi bu, biliyorsun. Daha önce yaşadığım tüm duyguları yerle bir eden, yaşamımdaki her şeyi temize çeken bir sevgiydi sana duyduğum. Benzersiz bir bağ, tarifi mümkün olmayan bir ilişki kuruldu aramızda. Zaman, seninle beraber beni de büyüttü. 


Telaşlı ve zorlu ilk günlerin ardından neredeyse 5 sene geçti. Bebekliğin resmen sona erse de, kocaman bir çocuk olsan da tüm anneler gibi gözümde hala üç kilo dört yüz gramlık bir meleksin sen. Ama biyoloji bu, seni büyütüyor işte. Senelerin sarhoş eden hızına kapıldın ve çocuk oldun. Öğrendiklerinle, konuştuklarınla, gözlemleyip keşfettiklerinle beni büyülemeye devam ediyorsun. Bugün ben de seninle beraber 5 yaşındayım. Giderek uzayan boyuna, akıllı akıllı tavırlarına rağmen, ben hala ensenden bebek kokunu alıyorum. Yavaşlasa şu zalim zaman diyorum, olmuyor. Tadını yeterince çıkaramama endişesinden, zaman yavaşlasın istiyorum. Daha şimdiden bebekliğini özlüyor, daha küçükken yaptıklarını uzak bir anı gibi düşlüyorum. Sen ise; bir kafede karşımda oturup benimle sohbet ediyor, giyeceklerime karışıyor, kendi yaşamınla ilgili kararlar almaya başlıyorsun. Ve tüm bunlar beni çok şaşırtıyor. 

Biliyor musun ki; içindeki merhamete, bu yaşında sahip olduğun adalet duyguna ve insan sevgine hayranım. Öyle ince düşünüyor, o kadar duygulu bakıyorsun ki bazen, inanamıyorum. Hassaslığına bir bakıma hayıflanıyorum aslında. İnsanların seni kolayca incitebileceklerini düşünüyorum çünkü..Öte yandan incinmeden gelişmenin mümkün olmayacağını da biliyorum. Sevgini öyle güzel yaşıyor ve hissettiriyorsun ki..Gözlerinin içinden başlıyor, bana sarılışına, dokunuşuna kadar devam ediyor. Her cümlende, her duruşunda seziyorum duygularını. Hemencecik ıslanan gözlerinde görüyorum her hissettiğini, bulutlarını tek tek topluyor, kalbime saklıyorum. Sen ağlayınca kapkara olan dünyamı, küçük kollarınla uzanıp bana sarıldığında aydınlatabiliyorum sadece. 

Hayat sana hep güzellikleri versin, kalbine almaya değer insanlar çıkarsın karşına istiyorum. Belki bencilliktir bu bilemiyorum. Ama her ne yaşarsan yaşa iki-kötü, yanında olacağımı biliyorum..Her zaman bir adım arkanda seni izliyor olacağım. 

Büyümeye devam et küçük kız...Nasılsa benim için hep "bebek kızım" kalacaksın...
Bense seni ve bana yaşattıklarını anlatmaya devam edeyim..
Kim bilir belki okursun..

Tuz-Buz

Dalga dalga çoğalır
damla damla eksilirsin.
O an; bir anda gelir.
Sözcüğün gücüdür
içine bayram sevinçleri salan
ve yine sözcüğün gücü
uyandırır seni tatlı rüyandan. 
An gelir, uçarı bir kelebek;
an gelir, tuzla buz..
O an'ların arasında ipekten bir ip,
sense üzerindeki cambaz...
İçine sığmayan sevgiler
ve yersiz öfkeler arasında 
bir medcezir'sindir artık.
Bir ileri bir geri,
ellerin iki yana açılmış, 
denge durmak ister gibi,
dengeni arar ama bulamaz gibi..

11 Ağustos 2016 Perşembe

Denge - Turgut Uyar

Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba

Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

9 Ağustos 2016 Salı

Biten Dostluğa

Sesi, hayallerimde çizemeyeceğim kadar uzaktı bana...Bunu daha önce çok kez yaşamıştım ama artık durum çok farklı. O "uzak" ses beni üzemiyor, sanki rahatlatıyordu. Hayat ne tuhaf, insan ne kadar şaşırtıcı..Uzun zaman gerçekleşmesini dilediğin, beklediğin şey - her ne ise-  aniden oluveriyor ve sen tepki bile veremiyorsun. Bu tepkisizliğim şaşkınlıktan değil, alabildiğine duygu yoksunluğundan. Çünkü orada olmasına öyle alışmışım ki...Yokluğu garip... Duygu yoğunluğundan hasta olabildiğin noktadan, bom boşluğa uzanan o yol, hangi ara tükendi? İçimi incecik sızlatan tek şey, kendi anılarıma kayıtsızlığımdır artık. Onlar değil miydi uğruna savaştığım zaten? Ama artık kusura bakmasınlar. Kalbimde senelerdir uzandıkları yumuşacık yastıktan çekilme zamanları geldi. Karın tokluğuna sahip oldukları "o yer" artık onlara ait değil.Çünkü kendimi onlardan çok daha fazla önemsiyorum...

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Yerçekimli Karanfil - Edip Cansever

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde  
Oysaki seninle güzel olmak var  
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi  
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda  
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.  
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte  
Sen de bir başkasına  veriyorsun daha güzel  
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor  
Derken karanfil elden ele.  
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle  
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil  
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk  
Birleşiyoruz sessizce.  

Edip CANSEVER

Sevmeni İstiyorum Beni

Bir siyah üzümün soyması gibi kendini
Geldim - al
Sevmeni istiyorum beni;
Tamamlanmamışlığımı sorgula, kına.
...Yorgunum, azımsa yorgunluğumu
Kırgınlığımı yer, önemset boşladığım şeyleri
Kuşkulandığımda, doğrula kuşkularımı,
Yatıştır sonra, insancıl kıl beni.
Korkuyorum, onayla korkularımı,
Birlikte direnelim sonra..
Bir siyah üzümün soyması gibi kendini
Geldim- üstlen,
Büyüt beni...

RONI MARGULIES​

2 Ağustos 2016 Salı

Aşk - Gamze Alpar

"Aşk ile ilişkiyi birbirine karıştırıyoruz sanki...
Birlikte eğlenmek, aynı dili konuşmak, karşılıklı sevgi, ortak zevkler, para, güzellik, ortak gelecek hayali, beklentiler...
Tüm bunlar ilişki için önemli olabilir ama aşk için önemli değildir...
Aşkın umurunda olmaz ki bunlar.
Çünkü aşk dünyaya ait değildir, ruhanidir..
Onun ihtiyacı olan tek şey temiz bir nehirdir.
Kendini o nehire (O'na) bırakarak, içe-öze yapılan bir yolculuktur aşk.
Kendini bulmaktır..
Karşılıksız da olsa,
Arada mesafeler de olsa gayet güzel yaşanabilir.
Allah'a yaklaşmanın en güzel yollarından biridir..
İçinde, diplerde gizli kalmış tüm yaraları acı çeke çeke ortaya dökmektir..
Maskeleri atmak,
Tüm kabukları soymak ve ateşe yürümektir..
Egoyu eze eze,
Kendini ayaklar altına alabilmektir..
Ve tüm bunları yaparken büyük bir coşku duyabilmektir..
Ayakları yerden kesmez aşk, bilakis ayaklarının sağlam yere basmasını sağlar,
Kendi gücünü hatırlatır çünkü..
Şikayetsizdir,
İlahidir.
Kavga etmez,
Muhabbet eder aşk..
İki insanın değil, iki ruhun karşılaşmasıdır..
En güzel yol olan ruhani yolculuğumuzda,
o nehirde (Adem'de) temizlenerek, aşkla Allah'a yükseltmektir"

Gamze Alpar

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Bir Temmuz Günü

Olimpos'un tenha, gölgesiz plajındayım. Yanımda masal adam, uzanmış kitabını okuyor. Sarı sakalları iyice uzamış, parmak uçlarım bayram ediyor. Kokusunu duyduğum onun teni mi yoksa önümde uzanan uçsuz bucaksız mavilikler mi bilemiyorum. Burada denizin rengi eşsiz, mavi-yeşil. Orman mı daha güzel yoksa açık deniz mi karar veremiyorum. Gözüm etrafındaki tüm insanları yok sayıyor. Doğa öyle üstün ki buralarda... Kitap okumaktan başka hiç bir işim yok. Bir yüzüyor, bir kuruyor bir kitap okuyoruz. Saatten haberim yok, ayın hangi günündeyiz bilmiyorum. Tuhaf ama hiç bir telaşım yok. Hiç acelem yok. Dakikaların bunca yavaş geçmesine hayret ediyorum sadece. Yanımda masal adam, uzanmış yanıma boylu boyunca...Omuzlarında dinleniyorum. Burnumda hiç geçmeyen deniz kokusu..Ona yaslanarak, ona sarılarak atıyorum yorgunluklarımı..Basit bir günün nasıl bu kadar güzel olabildiğine şaşalıyorum. Şehir uzak, tüm insanlık uzak buralara. Gölgeler seyrek, tek derdimiz derine ulaşıncaya dek tabanlarımızı gıdıklayan yuvarlak taşlar. Üzerimiz mis gibi tuzlu, hiç bir şeyi umursamamanın derin hazzını hissediyorum. Şuan durduğum yerde, hayat öyle basit ki. Çözümsüz ne var diyorum "ölümden" başka.. Ayakta dimdik duracak, biolojik ve psikolojik iyilik hayatın tek anlamı, görüyorum...Bir de sevebilmenin binbir rengini öğrenmişsen, değme keyfine..

24 Temmuz 2016 Pazar

Can Kırıkları - Şebnem Ferah

Bu kalabalığın içinde
Yapayalnız hissetmektense
Dünyanın bir ucunda
Tek başımayım
Kir göstermeyen renkleriniz
Sizin olsun korkmaktansa
Bulanıklığın tam içinde
Bir başımayım
Benim belki de
Gizli bir bildiğim var
Elbette ağlarım benim
Can kırıklarım var
Senin gördüğün
Yanağımdan süzülenler
Asıl içimde
İçinde yüzdüğüm bir deniz var..

12 Temmuz 2016 Salı

Gayretle

Haydi kalk uzandığın yerden. Üşenmekle geçmeyecek hayatın, geçemez. Çok işin var. Yapman gereken bir dolu şey... Üstelik hepsi akıl sağlığını, ruhunu korumak için bir mecburiyet. Üşenmeyip tek tek mücadele etmelisin. 

Başlaman gereken yer yürek! Yürek denilen ele avuca sığmaz, laf dinlemez adamın insafına kalmamalı kaderin. Gerekirse o, 'ölçüsüzce' hissetmesin diye parmak izlerini bile yakmalısın. Böylece sorduğunda hiç yaşanmadığına bile ikna edebilirsin belki. İnsanoğlu seni hiç yıkamamış, kalbini-inancını hiç kırmamış gibi davranabilirsin ona. Kendini sevmenin, her derdin çözümünü kendinde bulmanın tek sonuç olduğunu inanır 'O' da eninde sonunda. Severek, koynuna alıp saçlarına dokunarak ikna et yüreğini. Bir donuk bakışın, tatsız bir cümlenin altında kalmamayı, etkilerini hafifletebilmeyi öğrensin artık..Nefes alan her insanın aslında aynı olabileceğinden çıkmalı yola. Ona tüm bunları öğretmelisin. Çünkü sen onu eğitmezsen, bir ömür ardından yana yıkıla yaşayacaksın. 

Hemen ardından "Hafıza"ya gelmeli sıra. Hafızanın arsızlığı inanılmaz. Mesela herhangi bir sabah uyanıp telefonundaki tarihe bakıp seneler önce yazdığın bir mektubu satır satır anımsatıyor sana. Seneler geçmiş üzerinden. Yüzlerce olay, onlarca insan, sayısız duygu geçirmişsin. Ama hala, o mektubu yazarken ne hissettiğini aynı tazelikle anımsıyorsun. Gereksiz, saçma, yersiz bir anımsayış bu. Faydası yok çünkü, anlamı da yok. Bunu sana yapan hain hafızanı yola getirmelisin. Öyle her canı istediğinde karşına karşına çıkmaması gerektiğini ne yap ne et ve ona öğret. Emin ol rahat edeceksin.

Sonra bedenine söz geçirmelisin. An'a bağlı yaşayıp sertleşen hareketlerini, içinden geçenleri ele veren gözlerini, gerginliğini hemen dışa vuran ses tonunu, heyecanla-zamansızlıkla veya sebepsiz yere yanlış konuşan dilini hizaya getirmek zorundasın. Başına en çok işi açan her zaman bu beden değil mi. Varsın senkronize hareket etmesin seninle, ara ara rol yapsın, gizlesin seni dış dünyadan. Kötü bir niyet yok ki ortada. Amaç seni hatalarından korumak sadece. Olmaz mı? Yapamaz mı hatırın için mesela..

Haydi, üşenme kalk yerinden. Her biriyle tek tek konuş, anlat halihazırda zaten bildikleri sıkıntılarını..Gözlerinin içine bakarak anlat ki, anlasınlar..Durup düşünmelerini sağla hiç olmazsa. Bir süre bekle sonra..İstediğin kadar dinlen, soluklan..Baktın kıllarını bile kıpırdatmıyorlar senin için, tekrar dene. Bıkmadan yine anlat. Acele etmeden, yavaş yavaş..Sonuçta onlar sensin, sana yardımcı olacaklar ve sana yine onlar iyi gelecekler..

Yürek..Hafıza..Beden..

Ha gayret..


Değişim

Nasıl muhteşem,
Nasıl acımasızca değişiyor her şey...
Yerlerden göklere,
Bataklıklardan mavi sulara
baş döndüren bir hızla geçiyorum.
Kalbim her daim şaşkın; 
hızlansa mı,
yavaşça mı çırpınsa kafesinde, kararsız.
Parmak uçlarım; sürekli telaşlı ve tutuk..
Ya dudaklarım? 
Sözcükleri yutkunsa mı,
bir kağıda mı yazsa,
yoksa göze değerek haykırsa mı?
Her an her şey olabiliyor ve
hızla değişiyor her şey..
Bir tek ben değilim elbet;
başka her şey değişiyor.
Sırf insanlar mı, yoo..
Balıklar ağaçlara tutunur olmuş, 
çiçekler denizlerde dans etmekte.
Toprak göğe ulaşma isteğinde, 
yıldızlarsa çocukların ellerinden tutmuş, ip atlıyor.
Herkes sırayla tuhaflaşırken;
doğa, kendini bilmediği oyunlara atıyor.
Dengemiz bozuladursun, dünyayı
şaşkın gözlerle seyrediyoruz.
Hızla değişiyor her şey..


4 Temmuz 2016 Pazartesi

Boş Sayfa

Basit bir kağıt parçası gibi çöpe atmaya kalktı. Hemen aldım elinden. Benim kılcal damarlarımdan biriydi oysa ki, bilmiyordu. Her bir cisim aslında damarlarımdı. Senelerdir biriktirdiğim o parçalarla hayata tutunuyordum. Kan damarlarımı bu şekilde oluşturmuştum.
Zaman, benim için basit bir şakadan ibaretti artık. Ne ben ona, ne o bana kızıyorduk. Koşulsuz, kelimesiz bir anlaşma vardı aramızda. Susup içime gömdüğüm arızalarımı bir tek o biliyordu ama sağolsun, ağzını hep sıkı tutuyordu. Tüm hataların binlerce kez tekrar edildiği noktada dimdik ayakta duruyorum şimdi. Eskisi kadar kolay yıkılmıyor, yılmıyorum. Eninde sonunda sadece kendime kalacağımı biliyorum. Buna rağmen ruhum hep aynı. Aptal bir çocuk gibi benim ruhum. Pekmez kıvamında yoğun ve zorlu "ben" olabilmek. Azıcık sınır çizebilsem ona, harika olacak ama yapamıyorum. Uçurum kenarlarında yürüyor ve beni hep tehlikeye atıyor. Zaman akıyor, sokaklar ve suretler değişiyor ama ben hiç değişmiyorum. Kurduğum birbirinden farklı ve ağdalı cümlelere inat, hissettiğim ağırlık hissi hep sabit.  O ağırlığı duyduğum an diyorum ki " bitsin her şey, yok olsun", yok olmuyor. Tam tersi daha da gerçek oluveriyor. Ne yazdığımın farkındayım, ne ağzımdan çıkanların ne de suratımdaki yansımaların. Oysa insanlar görmek istedikleri gibi görüp, anlamak istedikleri kadar anlıyorlar. Bense onların zihinlerinden geçirebildiklerine şaşkın şaşkın bakıyorum sadece.  Üzülmek değil bu hissettiğim ama fena halde bir yorgunluk, fena halde bir bıkkınlık..Muazzam bir temizlenme, temize çekme arzusu var artık...Basitleşmek istiyorum. Duyguda ve düşüncede küçülmeye gitmeliyim. Eksiklik sanrısını öldürmeliyim..Adım adım gitmeliyim..

29 Haziran 2016 Çarşamba

Kimsin Sen?

Kimsin sen? 
Hayatımın neresindesin, 
ne'sin?
Pas tutmuş kapıları açan bir anahtar olabilir misin mesela?
Aklımın uçsuz bucaksız düşünceleri,
öfkeyle geride bırakılan umutların ödülü müsün sen?
Belki içime işleyen cümleler'sin
belki cevapsız kalan sorular,
veya başımı hiç o yöne çevirmediğim yollar'sın.
Belki sabah uyandığımda kokusunu aldığım sabun,
gözüme takılan mavilikler,
parmaklarımın tuttuğu bir kalem,
sabah çayımı yudumladığım bardağım'sın..
Veya yazmaya kıyamadığım defterler,
dokunmaktan çekindiğim ahşap bir kitap,
içim üşüdüğünde üzerime çektiğim  
-üzerine işlemiş emekle gözlerimi yaşartan- bir örtü'sün.
Sakladığımdan bihaber olduğun ufacık kağıt parçaları'sın belki.
Ne tarafa gitsem bana bakmaktan vazgeçmeyen bir maske,
veya narin-camdan melek figürü'sün..
Kim bilir belki de parmak uçlarımın sihir yapma isteği'sin. 
Biriken ve okumak için sabırsızlandığım kitaplar'ım,
içimde büyümeyen çocuğun şefkat duygusu'sun.
Herkesten, her şeyden bunaldığımda yalnız yürümenin keyfi'sin..
Saklandığım köşe'ler, kaçındığım kaygılar'ımsın..
Söyler misin tüm bunlar olabilir misin sen?
Bunca sevilme isteğini sen getirmiş olabilir misin?
İçimde filizlenen inancı bunca cismin içine mi saklamış olabilir misin?
Neden tanımsızsın?
Lütfen söyler misin,
sen kimsin...
Belki hepsi belki hiç biri,
Ama adım gibi eminim ki,
Kalbimin bir parçası'sın...

28 Haziran 2016 Salı

Gölge'm

"O" benim gölgem gibi. Kendimi bildim bileli peşimde. Vazgeçemediğim eski bir sevda gibi her zaman içimde, avuçlarımda..  Ah, "yazmak" öyle arsız bir istek ki, zorunlu bir perhize girdiysem eğer, sanki tenimin altında birikiyor kelimeler. Huzursuzlanıyorum. Kağıda dökmediğim-dökemediğim kırık dökük cümleler, zamanla tüm iç organlarımı kaplıyor, acıtarak, hırpalayarak. Her bir organı delip geçmek istiyorlar, zorluyorlar beni. İçimden taşanları yazarak anlatamadıkça zalim zihnim, gündüz vakti rüyalara dalıyor. Beni uykuda tutmaya yeminli, haşarı bir baş belasına dönüşüyor. "Kus" diyor anlatamadıklarını, "her nasıl olacaksa olsun, yine de yaz" diyor. Paylaşsam da paylaşmasam da, ister kendime olsun ister sevdiklerime, yine de yazmak zorundayım. Öyle tatlı bir zorunluluk ki bu, asla emekliye ayrılamayacağım asli görevim gibi, beni hiç bırakmıyor. Mesaisi hayli karmaşık...Bazen yalnız kalmamı bekliyor, bazen zifiri karanlıkta sessizlik istiyor. Işıktan da sesten de uzak durmak istiyor. Evin herhangi bir odasında veya sokağın ortasında yakalayıveriyor yakamdan. Eğer iyi günündeyse küçük bir çocukmuşum gibi dizlerine yatırıyor, saçlarıma dokunuyor uzun uzun. Sanki beni sakinleştirmek, şefkatle dize getirmek ister gibi, zaaflarımı iyi biliyor. Eksildiğim yerlerden veya yoksun kalan her ne varsa içimde, oralardan çıkıyor ortaya. Bazen en olmadık zamanlarda; mesela bir otobüs kalabalığında ayakta dururken ortaya çıkıyor. Aklımdan geçenleri yazamadığım o anlarda, sinsi sinsi gülümsüyor bana. Alay mı ediyor yoksa beni köşeye mi sıkıştırmak istiyor bilmiyorum. Başka bir deyişle; kalabalık ve ilgimi bekleyen ortamlarda yokluyor sık sık...İlgimi istiyor, kimseye veremediğim kadar hem de..Karşıma geçip koltuklarda zıplayan neşeli çocuklar gibi dans ediyor. Ona ilgi göstermezsem bile, en azından güldürüyor beni. Lakin en kötüsü beni, işimin başında, çalışırken yakalaması. "İşi gücü bırak kalemi al eline" diyor..Yokmuş gibi davransam, görmezden gelmeyi denesem de gitmiyor; cümle cümle değil, paragraflar halinde dökülüyor bu sefer. Her şeyi bırakıp ona dönüyorum çünkü onu bu derece yok sayamıyorum..Bu kez benden ümidi kesmesinden korkuyor ve eninde sonunda kendimi ona teslim ediyorum. 

9 Haziran 2016 Perşembe

Her şey Biter

Bitmeyen veya şeklini değiştirmeyen ne var ki bu hayatta? 
Hiç..
Bilirsin ki, her şey bir döneme aittir. 
Ömürlük istisnalar asla kaideyi bozmaz. 
Evet, her neyse yaşadığın, günü gelince biter gider.
"Asla bitmeyecek" deyip kabullendiklerin bile.. 
İşte senin de sonun geldi...
Ruhumdaki, kalbimdeki yerin giderek silikleşti ve yok oldu.
Dünya için ufacık, benim için devasa bir adımdır bu "son". 
Ruhumu ters köşede çaresiz bıraktığın andan beridir, 
bugünü beklemiyor muydum sanki? 
Neden şaşırıyorum ki..
Neden hiç bitmeyecek sanmışım ki?
Başlangıcı gibi belirgin, çarpıcı ve iz bırakır gibi. 
Bitti işte. 
Bir sabah uykumdan uyandım, bitmişti. 
Sesini duyup umursamadığım an mı bitmişti, 
yoksa sana yazmayalı aylar olduğunu fark ettiğim an mı? 
Bilemiyorum. 
Tarihler de önemsiz artık, sebepler de, anlar da..
Senelerin ardından,
en ummadığım zamanda,
geride kaldın...
Hoşçakal..

7 Haziran 2016 Salı

Küçük Kız

Uzun seneler önce geçmiş olduğu sakin bir sokağa girdi küçük kız. Biraz tedirgindi ama sokakta yaşayanların yüzlerine aşinaydı ve bu onu biraz olsun rahatlatıyordu. Her zaman olduğu gibi yine dünyayı taşıyan omuzlarını düşürmüş yürürken rastladı O'na. Nereden hangi zamandan çıktığını anlamadan birden gözlerini dikip ona baktı. Parlak gözleri, aydınlık bir yüzü, sakin bir gülümseyişi vardı. Küçük kıza hiç yabancılamadan, kırk yıldır tanıyormuş gibi baktı.

"Sen kimsin?" diye sordu kız.

"Boş ver" dedi karşında ona doğru müthiş bir güvenle bakan...."Beni merak etme sen. Buraya seni dinlemeye geldim".

"Ne anlatmamı istiyorsun ki?"

"Dün seni ağlarken gördüm. En son kimin için bu kadar ağlamıştın, hatırlıyor musun?" sorusu kızı telaşlandırdı. Uzaklaşıp kaçmak istedi ama gidemedi.

Bulutlanan gözlerini yere indirerek, "sen nereden biliyorsun ağladığımı" diye sordu. Sesine karışan öfkeyi saklamaya çalışıyordu.

"Seni seyrediyordum gördüm. Kendine hayret ederek ağlıyordun hem de."

"Hayır hayır, yanlış görmüşsün sen".

" Neden inkar ediyorsun. Neden çekiniyorsun. Ağlamak kötü şey mi? Ağladın ve için temizlendi, biliyorum" dedi hafif gülümseyerek. Bir adım daha yaklaştı, gözlerindeki şefkati saklamadan kıza doğru eğilip; "Geçip giden günlere değil bugüne ağladın sen. O yüzden bugününü soruyorum. Seni sen yapan yüklerini, eski yaralarını geride bırakmıştın sanki, şuan karşımda duran bu haline sebep bambaşka yeni bir şey sanki? Birine, bir şeye mi kandın yeniden?"

Kız düzgün kuramadığı cümlelerle bir şeyler geveledi. Ne zaman ne yapacağını bilmeyecek bir durumda hissetse saçmalamadan konuşamazdı zaten. Sustu.

"Susma, anlatman için, seni anlamak için geldim görmüyor musun?"

Kız aniden ciddileşti.

"Ağlamakla gülmenin ortak paydası inanmak, sevmek değil mi zaten? Sevince ikisi de olmuyor mu. Ağlamayalı da böyle gülmeyeli çok zaman oldu. Haklısın geçmişten kurtuluyorum sanki."

"Nasıl peki" diye sordu.

"Yeni kelimelerim var tamamlanan, yeni sesler duyar oldum. Ama bir yandan da hissettiklerim aniden değişir oldu. İçimin acımasıyla, çok mutlu hissetmem ardı ardına geliyor. Daha sık korkar oldum. Ne oldu bana bilmiyorum. Ben bilemezken sen de nereden çıktın nasıl bu soruları soruyorsun. Kimsin sen?

Durdu uzun uzun gözlerini dikip kıza baktı.. "Ben sana söyleyeyim ne olduğunu.

Küçük kız heves ve merak içinde dudaklarının kıpırtısını, gözlerinin ona bakışını takip etmeye başladı. O birkaç saniye uzun saatlerden beter sancı vermişti.

"Sen kendine rastladın. Yeniden. Sana olan bu. Ve artık aradığının, bulduğunun, ihtiyaç duyduğunun aslında kendin olduğunu anlayacak kadar büyüdün. Nereye gidersen git, kime bağlanırsan ve her neye ağlarsan ağla sen aslında kendini keşfediyorsun. Aynı hayatta defalarca kez ama sen hep kendi yüreğine sevdalanıyorsun. Sakın üzülme, bu insanın içindeki birincil sevgidir. Bu sevgiyi kucaklamak önceliğin olsun. Kendini hırpalamayı bırak, barış artık arızalarınla..Yürürken yüzünü hiç düşürme, uzat bana ellerini, seninleyim.."

Kız, ellerini uzattı, parmak uçlarını hissettiğinde yüzünü kaldırdı ve O'nun ortadan kaybolduğunu gördü. Gözlerinin alabildiği kadar sokağın her yanına baktı ama O'nu göremedi. Elini kalbine bastırdı, gözleri ileride yürümeye devam etti.

6 Haziran 2016 Pazartesi

Yeniden

Yine, yeniden
mükemmel bir şekilde başardım.
Emek emek, 
ilmek ilmek,
sabır ve sevgiyle başardım.
Tanrının bana armağan ettiği
safi yeteneğimle yine ayaktayım.
Seviyorum
hissediyorum
inanıyorum...
Yine, yeniden
mükemmel bir şekilde başardım.

10 Mayıs 2016 Salı

Çünkü Herkes Öldürür Sevdiğini

Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
ÇünKü Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.

OSCAR WILDE

6 Mayıs 2016 Cuma

Yorgun

Yorgunum,
eksiklikten, yoksunluktan,
yorgunum özensizlikten, yetersizlikten.
Aynı adımları bıkmadan atmaktan,
aynı hevesi taşımaktan yorgunum.
Sabrıma yenilen gururumdan,
kalbime yeniden aklımdan,
ayak direyen ruhumdan yorgunum.
Kibirden, yalandan, 
acımasız bıkkınlıklardan,
bitmeyen yargılardan yorgunum.
Kuşkulardan, kaygılardan,
içimin kuş misali titremesinden,
kayıplardan, yok oluşlardan yorgunum..
vazgeçmekten,  vazgeç-e-memekten,
hesapsızlığımdan yorgunum...
Yorgunum işte yoruldum;
sürekli koşmaktan, sürekli korkmaktan,
dar zamanlarda sıkışmaktan yorgunum.
Yersiz açıklamalardan,
boşa harcanan kelimelerden,
kalemimin uçsuzluğundan yorgunum.
Hayal kuran zihnimden,
biriktiren hafızamdan yorgunum. 
Düşünmekten yorgunum,
hissetmekten, 
acımaktan,
kırılmaktan...
Her şey bir yana, en çok
"kendime özensizliğimden" yorgunum.
yorgunum...
...

"O"

Her sabah 
yeniden doğar,
her gece
varlığını yokluğuna böler,
ruhunu koynuna alıp uyur.
Yalnızken hüzne teslim,
kalabalıklarda neşe'de kayıp
yaşar gider..


4 Mayıs 2016 Çarşamba

Mücadele

İlk nefesten son nefese her şey, her an, her insan bir mücadele. Ama asıl mücadalen hep kendinle aslında, her şey kendinde başlıyor, yine orada sona eriyor. Ne yaşadığın şehir, ne sevdiklerin, ne işin gücün, ne de sevmediklerin asıl mücadelen değil. İnsanın en büyük kavgası da en büyük küskünlüğü de hep kendi kendine..Kendini bildiğin ilk gün başlayan bu savaş ancak bilincini yitirince bitecek. Önemli olan bu süreci kendini severek geçirebilmekte. Mesela kendini yeteri kadar sevmedikçe asla tam olarak inanmayacaksın sevildiğine. Sevgi görünce şaşıracaksın, bocalayacaksın. Sevdiklerin her an seni geride bırakacaklar kaygısıyla hatalar yapıp duracaksın. Sıkıntılarının çözümünü kendinde bulamadıkça, hep çaresiz hissedeceksin. Kendine olan öfkeni dindiremedikçe, hep bir sinir harbini yansıtacaksın etrafına. Gerektiği zaman barışamazsan kendinle, hiç bir ilişkini sağlıklı yürütemeyeceksin. Kendini küçük bir çocuk gibi cebinde taşıyıp, şefkat göstermezsen, hep yarım kalacaksın. Ve yeterince güvenemezsen kendine, hep başarısız olduğunu zannedeceksin. Ters giden her ne olursa yaşamında, suçu kendinde bulacaksın. Sevdiklerinle arana yine "sen" gireceksin. Hatayı kendinde aramak o kadar normalin olacak ki sonunda, kimsenin hatasını göremeyeceksin. Oysa böylesi seni hep daha çok yoracak daha çok yıpratacak. Zor, biliyorum ama bırak artık kendinle didişmeyi, hayatı böyle sürdüremeyeceksin. 
"Hayat kısa, kuşlar uçuyor..."

28 Nisan 2016 Perşembe

Küskünlük

İçimde sessiz sedasız oturan, kimsenin bilmediği, görmedigi bir küskünlük var. Kimi zaman öfkeyle sarmaş dolaş, kimi zaman yalnız ve sakin. Bazen öyle derinlerde duruyor ki, ben bile unutuyorum varlığını. "Tamam" diyorum, "çıktı gitti ruhumdan". Ama her defasında zehir gibi yanılıyorum. Bazen uykuya dalmış, bazen de ayaklarını uzatmış beni seyrediyor buluyorum onu. Nasıl hesapsız, nasıl çocukça yaşadığımı görüyor ve alay ediyor benimle. Sinsi sinsi inanmamı bekliyor. İnandığım an, kırılmamı bekliyor bu kez. Tam da o anlarda öfkeyle burun buruna geliyor. Didişiyor, bağırışıyor hatta yumruk yumruğa kavga ediyor bazen.
"Haydi, çıkart sesini, tepki ver; hiç bir sevgi içine attıklarınla yaralanmadan sürmez. Sen sustukça, sessiz kaldıkça, derdini anlatmadıkça büyür içinde, tırmalar durur seni" diyor Öfke... Küskünlük durur mu hiç, cevap veriyor:
"Yapamam, verdiğim tepkiyi anlayacak, yargılamayacak kimse yok. Hem benim konuşmama ne gerek var; sussam da bilmeli, konuşsam da. Kırmamalı bu kadar kolay" diyor. Öfke, küçüldükça susuyor, sustukça küçülüyor.. Küskünlük bu tartışmadan galip de gelse mutlu hissetmiyor kendini, köşesine çekiliyor, ne konuşuyor ne tebessüm ediyor. Bense iki arada bir derede kalıyorum. Aklımla kalbim arsında hırpalanırken, gidip küskünlüğe sarılıyor, onunla ağlıyorum.

26 Nisan 2016 Salı

Bir Gün Gelecek

Bir gün anlayacaksın beni,
Yaşın, 
yalnızlığın, kimsesizliğin yaşı olacak.
Duvarlara bakacaksın uzun uzun.
Sığındığın romanlar,eskisi kadar içine çekmeyecek seni.
Evin içinde dört döneceksin, 
ara ara camdan bakacaksın kim bilir. 
İzlediğin filmlerin bile sana tat vermeyeceği günlerden söz ediyorum.
Sinemaya gitmeyecek,
sokak sokak gezemeyeceksin o günlerde.
Anneni, babanı çoktan yitirmiş olacaksın.
Arkadaşların seyrekleşmiş olacak,
geriye kalanlar torun peşine düşmüş,
belki seni çoktan geride bırakmış olacaklar.
Şehir olanca gri günlerini yaşatırken,
tüm ruhunla baharı özleyeceksin,
Bir daha hiç gelmeyecek o baharı...
İşini özleyeceksin belki,
Kalabalığa kendini attığın, 
o yoğun, o yorgun günler bile güzel görünecek gözüne.
Eline kalem-kağıt alacaksın ama yazamayacaksın.
Konuşmak, konuşmak, çenen ağrıyana dek konuşmak isteyeceksin;
konuşacak tek kelime çıkmayacak mühür tutmuş dudaklarından.
Eskilere karışmak isteyecek, 
sakladığın tozlanmış kutuları açacaksın bir bir.
Her birinin içinden fırlayan yüzlerce anı çarpacak yüzüne.
Onlarla tek tek boğuşacaksın.
Öfken, hüznüne rakip olacak belki.
Kimi fotoğrafları yırtacak, kimisine sarılıp ağlayacaksın.
Düşüneceksin uzun uzun,
geçmiş ve bitmek üzere bir ömrü, uzun uzun düşüneceksin.
İşte tam da bu sırada aklına düşeceğim..
Beni, eninde sonunda anlayacaksın.
Yok olmuş bir sevgiyi canın acıyarak fark edeceksin.
Anlayacaksın; 
ben de senin ömrün kadar geçmiş, gitmiş olacağım.

22 Nisan 2016 Cuma

Kırılgan Bir Çocuğum Ben - Murathan Mungan

Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz saray..

Murathan Mungan

21 Nisan 2016 Perşembe

Firuze

Bir gün dönüp bakınca düşler 
İçmiş olursa yudum yudum yudum yılları
Ağla, ağla Firuze ağla
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu

Kıskanır rengini baharda yeşiller
Sevda büyüsü gibisin sen Firuze
Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu
Üzüm buğusu gibisin sen Firuze
Duru bir su gibi, bazen volkan gibi
Bazen bir deli rüzgar gibi
Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş
Acelen ne bekle Firuze

Bir gün dönüp bakınca düşler
İçmiş olursa yudum yudum yudum yılları
Ağla, ağla Firuze ağla
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu

Acılı bir bakış yerleşirse eğer
Kirpiğinin ucundan gözbebeğine
Herşeyin bedeli var, güzelliğinin de
Bir gün gelir ödenir, öde Firuze
Duru bir su gibi, bazen volkan gibi
Bazen bir deli rüzgar gibi
Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş
Acelen ne bekle Firuze..

Atilla Özdemiroğlu Anısına

12 Nisan 2016 Salı

Kırmızı Fular

Seni sen yapan, kırmızı bir fulardı gördüğüm, hani çok sık kullandığın. Sakince boynundan yere düştü. Hangi ara kurtulmuştu senden, sen nasıl olup da fark etmemiştin bilmiyorum. Ardından, uzanıp yerden aldım; ellerimde tanıdık bir titreme, gizlice çantama sakladım. Bu saçma sapan bir telaştı içimdeki, oysa sen çoktan kaybolmuştun. Etrafıma bakındım, yakınlarda bir yerlerde olmalıydın, emindim. Belki de beni izliyordun. Çantama elimi atmadan iyice inceledim ortalığı. İki küçük sokak köpeği dışında in cin top oynuyordu sanki. Yürüyüp bir apartman girişine oturdum. Kırmızı fuları çıkardım çantadan, hiç bir şey yapmadan öylece tuttum elimde. Gözüm hala sokaktaydı. Ellerimin saçma titremesinin geçmesini bekledim, çantama bağlayıp yürümeye başladım. Beni görüp görmemen artık umurumda değildi. Yürürken bir an başım döner gibi oldu, gözlerimi kapayıp açtım; o eski mahallede buldum kendimi. Her iki yanda ufak tefek dükkanlar, ortasına gelince genişleyen bir cadde. Fırının önünden geçerken sesini duydum "bekle ekmek alacağım şuradan". Ben ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, ekmeği alıp geldin, yüzünde kocaman bir gülümseme. Yol boyu konuştun hiç durmadan. Cevap vermiyordum sana, sense bunu hiç garipsemiyordun. Eve girer girmez sarıldın bana, sımsıkı. Dünyayı başıma yıkan bir sarılmaydı bu. "Yine aynı his" dedim içimden. Sofrayı önceden hazırlamıştın sanki. Neşe içinde gösterdin bana. "Hadi oturalım" diyerek. Öyle şaşkındım ki, midemden gelen açlık seslerine inat, tek bir lokma bile yiyemiyordum. Duvardaki aynaya takılıyor gözlerim. Zayıfım çok zayıf. Çocuk yüzüm dikkatimi çekiyor. Henüz kaz ayakları belirmemiş gözlerimin çevresinde, hoşuma gidiyor. Tam sofraya döneceğim karşıma çıkıyorsun, "hadi çıkalım" derken boynunda yine aynı fular. Gözlerimi yumuyorum sımsıkı, hoop sokaktayım tekrar..Hemen çantama bakıyorum, çantam boş, bağladığım fular yok olmuş. İyice seyrediyorum etrafımı, neler döndüğünü anlamak istiyorum. Sokakta aynı iki köpek, başka kimse yok..

10 Nisan 2016 Pazar

Salise

Bir salisede hissedilen kilolarca duygu..Kimisi anlamsız yürek sızıları, kimisi muazzam ve şapsal sevinçler.. İşte o saliselik anları yüzlerce satır ile anlatmak istiyorum. Uçlarda gezinen hissiyatın dehşet güzelliği beni sarhoş ediyor mesela..İşte bunu doya doya, hissettiğim kadar yazabilmek de istiyorum. Aynı anda beynime üşüşen kelimeleri derleyip toparlayamıyorum..Gözlerimi yumuyorum sonra, derin ve ardı ardına nefesler almak istiyorum. Sakinleşmeli ve bu duygu yoğunluğuyla baş edebilmeliyim. Sadece üstesinden gelmek de yetmez artık bana. Bunca duyguyu bir şekilde güzelleştirmeliyim. İçimde öylece kalmamalılar. Yazmalıyım...derken yumduğum gözlerimi açıyorum. Ofisin tuvaletinde aynanın karşısında buluyorum kendimi. Şimdi masama dönüp onlarca e-postayı yanıtlamalı ve benim dışımdaki dünya ile mücadele etmeliyim. Herkes gibi. 

7 Nisan 2016 Perşembe

Giden'e

Sen ne vakit uçağa binip şehri arkanda bıraksan,
sanki en çok ben kalıyorum geride,
en çok ben eksiliyorum..
Havası, suyu değişiyor sokakların,
yürürken eksiliyorum,
koşarken eksiliyorum..
Yokluğun içime işliyor.
Sen hep gidiyorsun, ben hep el sallıyorum.
Sonra senin yorgunluğunu hatırlıyorum,
gidip gelmelerin sende bıraktığı izleri hissediyor,
dayanamıyor, yanına geliyorum..
Sen ne vakit gitsen, 
hemen ardından yanında buluyorum kendimi.
Aynaya bakıyorum, yüzümün yarısı yok;
kalbime dönüyorum, yarısı yok..
Sesim seninle, ellerim seninle..
Yalnız gidemiyorsun işte,
her seferinde beni de alıyorsun yanına.
Uçakta yanındaki koltukta oturuyorum mesela,
otel odasında yanındaki yatakta uyuyorum.
Sen çalışmaktan yorgun düştüğünde,
başını omzuma dayıyorum.
Yalnız hissettiğinde sıkı sıkı sarıyorum..
Konuşmak istediğinde, sesleniyor-dinliyorum.
Sen ne zaman gitsen kardeşim,
seninle geliyor, 
biraz biraz yanında yaşıyorum..

5 Nisan 2016 Salı

Onarmak Zordur - Özdemir Asaf

Şarkılar değil de
Hep kulaklar bitiyor,
Onarmak zordur.

Bir yürek üşümüş
Kapamış kapılarını,
Onarmak zordur.

Bir şey yitirilmiş
Hiç eskimeyecektir,
Onarmak zordur.

İnsanın içine düşen korku
Özgürlüğünden olmuştur,
Onarmak zordur.

Ölümü düşünmek yenilmek,
Sevmek ölümü yenmektir,
Onarmak zordur.

Özdemir Asaf

3 Nisan 2016 Pazar

Ruh'um

Ruhum masmavi bugün,
gözümde sağlam bakışların,
kulaklarımda güçlü kelimelerin..
Sesindeki şefkate sımsıkı bağlı,
huzurla dinleniyorum..
Ruhum yeniden umut dolu bugün,
yeniden ayağa kalkmanın sevinciyle,
elimde yedi düvele karşı duran bir güç;
bilirim her şeyin üstesinden gelebilirim,
hatta kendimi yeniden sevebilirim.
Beynimde, şarabın tatlı sarhoşluğu
yüreğim ne vakit ayık ki?
Beden dersen, yaş hesabından çoktan caymış;
bırakmış kendini zamanın bir yanı pamuk,
bir yanı dikenli ellerine...
Ruhum mutlu, çok mutlu bugün,
özenli direnişlerin hep güzelliklere çıkan
dar sokaklarından geliyorum.
Adımlarımdaki telaş duruldu;
sakin ama kararlı yürüyorum.
Yanımda, güven veren adımlarını,
hayata kafa tutan nefesini duyuyorum.
Artık sendeki beni görüyorum..
Ruhum küçük bir çocuk bugün,
sil baştan büyütülmek isteyen haylaz bir çocuk,
bayram sevinçleriyle yarışıyor,
gülümsüyor....gülümsüyor....
İçinden dışına hep aynı masumiyetle taşıyor.
Bilmem hissediyor musun;
ruhum seni çokça ve çocukça seviyor..


22 Mart 2016 Salı

Tek

Oysa bazen tek istediğin, başını dizlerine dayamak, ellerini saçlarında, yüzünde hissetmektir. Hayatın tüm tasasını unutmak an meselesidir çünkü. Bütün o günlük telaşların yok oluverir, bilirsin. Sana kalsa iki çift laf etmeyeceğin insanların seni hırpalamaya çalışmalarına boş verirsin mesela. Şehrin negatif enerjisi, dünyanın kötülüğünün yükü sıyrılır bedeninden; sadece sıcak bir bakışla, iki kelimenin güzelliğiyle. Ellerini, yüzünü acıtan soğukta, durmadan okursun içini ısıtan cümleleri. Vazgeçmeyi saliselik bile düşünmezsin. "Dostluk" ve "Sevgi" dersin, en hakikatli şey yeryüzünde. Uğruna yaşanacak....Dostluğa bağlanmak ister kırılmaya hazır yüreğin. Ah o yerle bir eden hassaslığımız. Bir kaç cümle fazladan konuşsan veya duysan ağlamanın kaçınılmaz olacağı "o" tuhaf anlar...Konuşman gereken yerde susar, susman gerektiğinde ağız dolusu konuşursun. "Neden" dersin hep kendi kendine...Nerede fazlayım, nerede eksik? Kendinle kalır, kendine kalırsın. Her şey bir yana; çaba görmek istersin, sabır ve dirayet. Anlaşılmak istersin. Yokluğuna alıştıklarını bulduğundaysa, şaşırır ve korkarsın. Oysa insanlığın en kalıcı hatasıdır belki, beklemek..

21 Mart 2016 Pazartesi

Sessizlik

Bazı günler sessizlik iyi geliyor. Kimse konuşmasın, şehir tamamen sussun istiyorsun. Sevdiğin insanların bile sesine kapatmak istiyorsun kulaklarını. Ve bir adım daha gidecek olursak kendi iç sesini bile susturuyorsun. Sakinliğe, dinginliğe tutunmak istiyorsun. Şehirlerimizde  ardı ardına bombaların patladığı lanetli günlerden geçiyoruz. Birlikte öldüğümüz halde hale "bir" olamıyoruz maalesef. Koca bir ülke ayrı ayrı gayrı artık. Çünkü arsız insanlar her yerdeler. Sadece farklı fikirlere sahip oldukları için değil, fikirsizliklerinden, zalimliklerinden içim buz gibi oluyor. Alışveriş yaptığın esnaf olarak, iş yaptığın insan olarak, aynı toplu taşımada her gün karşılaştığın insan olarak, yakın arkadaşının ailesi olarak veya komşun olarak her yerdeler. Senin gibi bakmaları değil isteğin; bu kadar belirgin kötülüklere karşı durmalarını istiyorsun. Ama artık umut yok. Umudumu kaybettiğim anlar birbirine ekleniyor. Bir delikanlının "abla yarım saat sonra evdeyim" dedikten 2 dakika sonra ölmesiyle, bir bebeğin arabasında tatlı tatlı etrafına bakınırken ağır yaralanmasıyla, gezmeye gelen ve mutlu mesut doğum gününü geçiren turistin yüzünde patlayan gülümsemesiyle yok oluyor içimdeki umut. Daha kötüsü dünyanın her yerinde her an yaşanıyor tüm bunlar. Tabi yakınlaştıkça gerçekliği daha çarpıcı, daha yakıcı oluyor.  Tedirgin yaşıyoruz. Güzel olan ne varsa donup kalıyor aklına daha gelir gelmez. Hakkın yok gibi hissediyorsun. Bu sene, ilk yaz bile umut vermiyor. Çocuğuna bakıp vicdan azabı duyuyorsun. Onları nasıl kurtaracağız, bilmiyorsun. Elinden gelen tek şey, sabahları şehrin merkezine giden sevdiğine daha sıkı sarılmak..Başka ne yapsan boş geliyor. Daha ne kadar kötü olacak diye düşünürken, susup izliyorsun sadece. Sessizlik...

2 Mart 2016 Çarşamba

Bir Şey Söyle

Bir şey söyle
Sözü aşsın öze değsin.
Bir şey söyle,
Yanındayım mesela

Turgut Uyar

15 Şubat 2016 Pazartesi

Yazmak Huydur Bende

Yazmak; çoğu zaman abartılı ve hatta hayalidir. Bir mizansenin içine, o an hissettiğin ne varsa alır, sarıp sarmalar ve yazarsın. Düşlerin, üzüntülerin, anıların, küçücük bir anın hissettirdikleri veya sadece gözlemlediklerini yazarsın. Bazen bir insanla, bazense cansız bir varlıkla bile konuşursun yazarken. Sohbet eder gibisindir o an, konuşamadıklarını anlatır gibi... Karşındaki seni hiç yargılamayacak, hiç kırmayacakmış gibi hesapsız konuşursun yazdığın kişiyle. Onu hiç dahil olmadığı günlere, hayallere katarsın. Veya geleceğinde kurgularsın. Şahit olmadığı anılarını paylaşır, yanındaymışcasına sorular sorarsın. Gerçekte hiç bilmeyeceklerini söyler, dışa vuramadığın tepkilerini yazarsın, tabi yine hayali. Öte yandan bazen hiç kimsedir yazdığın..Olaylar kadar kişiler de birer hayalden ibarettir. Cümlelerin hitapsız, şekilsiz ve zamansızdır; öznesi olmayan, yüklemi desen eğri büğrü. Belki çok insana manasız ve hatta yalan gelir bu durum. İlle ki birilerine, belirli durumlara yazılabileceğine inanmayı tercih ederler. Cümlelerin bir hiçliğe yazılmış olabileceğini anlamazlar. Oysa "hiçliğe" hitaben yazmanın keyfi muazzamdır. Bazen birinden başlarsın bir paragrafa, bir bakmışsın ki bambaşka birinde son bulmuş. Bazen yanındakine bazense en uzaktakine...Ruhlarının bile duymayacağı mektuplar yazılır onlara.. Mektupları imzasız bırakıp hayallere devam edilir. Çünkü hayal kahramanları ne hesap sorar, ne şaşırır, ne de yargılar. Tüm bunlar bir yana; hayata dair kaygı ve üzüntülerini, insanlara dair hayal kırıklıklarını yazabildiğin insanlar vardır. Gerçek insanlar. Bencilce dertleşirsin onlara yazarken, anlatırsın canını sıkan ne varsa. Öyle güzeldir ki karşındaki, sessizce okur..Kendi kendine yazmanın yetmediği anlarda, nefes almana-ruhunu ferahlatmana sadece okuyarak yardımcı olur. 

11 Şubat 2016 Perşembe

Penguen - Birhan Keskin

Bana sırtını dönme
biliyorum, sana benziyorum
ve içinde saklı tuttuğun yele.

Benim de içimde saklı tuttuğum
buzlu kıyılar, çığlık hatıraları.
Ben de senin kadar kaçkınım ve yaralı.

Kim bağışlayacak beni, penguen.
Çizdim senin beyaz ve narin yerini.

Bir yanım bembeyaz ışık
kör ediyor, bir yanım zehir gece.
Parktaki salıncağa binmeyi
beceremedim bugün ben de.
Penguen bana sırtını dönme.

Unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.
Dünya yordu bizi. 
Benim de söyleyemediklerim var. 
Hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
Uzun bir yolu geliyoruz seninle, 
yolu, geldikçe anlıyorum ki, biz,
bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile.

Penguen,
kim bağışlayacak beni?
Çizdim senin beyaz ve narin yerini
elimde unuttuğun ince metalle.

O büyük ve muazzam zamanda unuttum
Kanatlarım çok oldu üşüyor benim
Bu beyaz ıssızlıkta göğsüme düşüyor
Bu yüzden eğik boynum.

Bir kuşun anısı kalmış bende, saklı,
Bundan gözlerimdeki kayalık,
İçimdeki serseri buzullar,
Dürtme içimdeki narı
Üstümde beyaz gömlek var.


Birhan Keskin