9 Aralık 2015 Çarşamba

Asker Notları- Özkan Özdoğan

Arada sırada sevdiğim yazıları, şarkı sözlerini veya şiirleri paylaşmak hoşuma gidiyor. Bu kez bir değişiklik yapıp, hayat arkadaşımın askerdeyken yazdığı notları paylaşmak istedim.O'nun hassas yüreğinden çıkan cümleleri paylaşmaktan onur duyarım: 

"Güneşin gölgeleri yeni yeni uzatmaya başladığı saatte düştük yola. Sanki araçlar için değil de, yakınlardaki bir dağ köyünde yaşayan amatör bir ressamın tablosuna güzellik katsın diye yapılmışçasına daracık, üzerine biriken toz ve toprak kalıntılarından asfaltın gözükmediği, kıvrılarak karşımıza uzanan dağlara doğru giden o yola. Araçlar birbiri ardına yol aldıkça havalanan toz bulutu, önümüzde gri bir perde oluşturuyor, güneşin vurduğu yerlerde tuhaf oyunlar oynuyor gözlerimizle.

Pamuk tarlaları sol yanımdan bir martı sürüsü gibi akıyor.. Onca griliğin, sarının, boz renklerin içinde bembeyaz bir örtü gibi çorak vadiyi saklamaya çalışıyor adeta.. Yolda ilerledikçe beyazlık yerini koyu bir kahve rengine bırakıyor.. Ekinlerin hasadından sonra çıplak kalmış tarlalarda, çalışan ellerin, gürültüyle kargaları ürküten dev makinelerin sesleri, emekleri seçilebiliyor kolaylıkla.

Paletlerin hemen yanlarından taşlar yuvarlanıyor sağımızda akan küçük ve zümrüt yeşili dereye.. Belli etmemeye çalışsam da, arada bir üzerlerinden geçmek zorunda kaldığımız o dar ve kısacık köprülerden az da olsa tedirgin oluyorum.. Önümüz ve arkamız sıra yolda ilerleyen tüm diğer araçların geçişlerini de endişeyle ve nefesimi tutarak izleyebiliyorum ancak.

Derken, ileride, gözümüzün alabildiği son uzaklıkta, sanki bir buğday tarlasının başakları parıldıyor. Yaklaştıkça görüyorum ki, o başaklar, sarı saçlı, esmer tenli ve her birinin gözleri bir diğerinden daha mavi, çocuklar; çingenelerin o sevmeye kıyamayacağın güzellikteki küçük çocuklarıymış meğer.. Yanlarından geçerken, gülümseyerek ama muhakkak çekinerek, yeşiller ve tuhaf makineler içindeki –belki de aslında korkutucu- adamlara küçük elleriyle selam veriyorlar.. Tıpkı onlar gibi gülümseyerek ve çekinerek karşılıyorum selamlarını.. Yolun hemen yanına kurulmuş, derme çatma, yıkıldı yıkılacak gibi görünen çadırların, barakaların arasında onlarcası koşuşturuyor; kısa ve çarpık bacaklarıyla düşe kalka büyümenin sancılarından henüz habersiz, çocuk olmanın, günahsız ve daha kirlenmemiş olmanın tadını çıkarıyorlar…

Ardımızda bıraktığımız toz ve duman, birazdan o sarı başakları da görünmez yapıveriyor acımasızca..

Köyler geçiyoruz ardı ardına. İçinde türlü çeşit meyve ağaçları olan, kışın birbirine sokulup daha çok ısınabilsin diye dip dibe yapılmış evlerle donanmış köyler bunlar. Çakıl taşlarından yolları, yıkılmış bahçe duvarları, uzun zamandır akmadığı her halinden belli olan çeşmeleriyle her şeye rağmen mutlu hayatların yaşandığına inanmak istediğiniz türden köyler.. Dışarıda günün son ışıklarından faydalanmak için dolaşan yaşlılar, köyün delikanlıları, kızları, tarladan dönen kadınları, kahvehaneleri dolduran erkekleriyle bir kez, bir kez daha ve sonra defalarca kez daha selamlıyorum karşımıza çıkan insanları..

Sanki yalnız benim için yollara koyulan bir trenin belli belirsiz sesi çalınıyor kulağıma. Çocuk gibi sevinen, bir selam olsun alabilmek için gözlerini ayırmadan karşıdan gelen bu tuhaf nesneye gözlerini diken benim şimdi de.. Artık pek de fazla yolcusu bulunamadığından olacak, vagonları bir elin parmaklarının sayısını bile bulmayan bu tren, çocukluğumdan kalma yırtılmış bir takvim yaprağı gibi vadiyi ortadan ikiye bölerek, dağı, taşı ve her şeyi çınlatarak bir hayal gibi süzülüp geçiyor yanımızdan..

Güneş, yaramaz bir çocuğun annesinden korkup, bir koltuğun ardına saklanması gibi tıpkı, karşımızda yükselen ve hiç geçit vermeyecekmiş gibi yakınlaştıkça daha da yüksek gözüken dağların arkasına sığınmaya başlıyor.. İşte tam da o anda, hiçbir bulutun mavisine zarar vermediği o gökyüzü, önce sarıya, eşi görülmemiş bir turuncuya ve nihayetinde en kızılından bir kırmızıya boyanıyor.. Herkesin gözleri büyülenmişçesine karşımıza, gerçekleşmekte olan bu doğa mucizesine yöneliyor o anda; bütün gürültüler susuyor, herkes olduğu yerde bu renk cümbüşünün keyfini çıkarmak için kıpırdamadan duruyor ve yorgunluğunun belki de uzun zamandır ilk kez bir şeylere değdiğini düşünerek belli belirsiz gülümsüyor... "

04-07/12/2009
Özkan Özdoğan

7 Aralık 2015 Pazartesi

Bir Çocuk Sevdim

Bir çocuk gördüm uzaklarda
Gözleri kederli hatta korkulu
Her şeye rağmen bir an gülümsedi çocuk
Sıcak sade ama biraz kuşkulu

Bir çocuk sevdim uzaklarda
Sanıyordum ki onun özlemi de buydu
O ise bir bakışta beni örtülerimden
Yalnızca yalnızca duygularıyla soydu

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Bir çocuk gördüm uzaklarda
Biraz çocuk biraz adam biraz hiçti
Ellerinde yaşlı zaman demetleri
Daha önce denenmemiş yeni bir yol seçti

Bir çocuk sevdim uzaklarda
Bir elinde yarın öbür elinde dün
Erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün
Dünyanın haline bakıp güldü geçti

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün