25 Ağustos 2015 Salı

Veda

"Veda" orada ayak uçlarında bekliyor
Görüyorsun ama yakalamak için gayretin gerekli. 
Yere uzanmışsın boylu boyunca, 
dizlerini kırman yasaklanmış. 
Tek bir kural var;
elinin parmak uçlarıyla uzanmalısın ayaklarına. 
Isınmamış bedenin zorlanıyor
Pes etmek yok, "ha gayret" diye diye uzanacaksın. 
Veda etmelisin artık, 
ne kaldıysa kabuk bağlayan bırakmalısın o eski durakta..
Biliyorum bu sancılar boşa değil, 
uykularından uyanıp sessizce ağlamaların boşa değil;
ruhundan başa bir ruh doğuruyorsun. 
Ha gayret, uzanacaksın.. 
Veda ettiğin, vazgeçtiğin "sen" olmayacaksın korkma. 
Vazgeçtiğin;
sana yük olan her kelime, her sokak, her insan ile
biraz daha hızlı koşacaksın..
Tazelik yüzündeki gülümsemeyi kalbine bulaştıracak.. 
Sonrası geride bırakmanın huzuru... 
Yaralara tutunarak yaşamak bitsin artık. 
Bırak seni besleyen onlar olmasın. 
Kendi yolunu kendin yürüyorsun madem,
madem içinden gelmiyor kimseye anlatmak, 
boş ver artık. 
Bırak sana kalsın hissettiğin kocaman kocaman duygular..
Zorlama artık hiç bir şeyi..
Derin bir nefes al; 
o nefese uyum sağlamayan her bir görüntü tuzla buz olsun. 
Vazgeç ve vedaya uzan, 
dokun ayak uçlarına.. 

23 Ağustos 2015 Pazar

Marifetti Büyümek

18 yaşımızı iple çeken çocuklardık biz. Deli divane reşit olmak istedik. Ehliyet alma hayallerimizin sebebi sırf o yetişkinliğe ulaşma hevesindendi, arabamız yoktu yani kapıda bekleyen. Üniversiteye girince daha bir adam olacaktık; evden ayrılıp şehir dışı okulları tercih edenlerin hayali de büyümek hevesiydi. Bir an önce adam olmak istedik yana yakıla. Ergenliğimiz yaşımızı büyültmekle geçti. Yaşımızdan büyük düşünüp konuşmak, boyumuzu aşan duyguları taşımak bizi mutlu etti. Çok acelemiz vardı büyümek için. Aslında büyüklerimiz hep haklıydı. Ne çocuk olmanın ne de ilk gençliğin tadını fark edemedik o yıllarda. Zalim zaman geçti gitti. Sonunda büyüdük. Büyük klişe gerçek olmuştu işte; büyümemizle birlikte dünyanın kirlendiğini anladık. Dostluklar, aşklar, mücadeleler, insan olma ahlakına dair ne varsa başkalaşmış, tuhaflaşmıştı. Öyle hızlı değişiyordu ki her şey aslında yetişkinliğin ne denli hızlı geçtiğini anlamıyorduk bile. Değişen dünyayı hayretle seyrediyorduk sadece. Duyduğumuz cümleler, aldığımız tepkiler soluğumuzu acıtıyordu. "Asla görmem, asla duymam" zannettiklerimiz tokat gibi yüzümüze çarpıyordu. Ve işin kötüsü alışmaya başlıyorduk bu duruma. Şaşırmıyorduk başımıza gelenlere, gidenlere, arkasını dönenlere, emeklerimizi hiçe sayanlara. Hayat denilen şey bizi hiç çalışmadığımız yerlerden sınıyordu. Masumiyetimizi korumaya çalıştıkça zalimliği öğrenenler tarafından hacemat ediliyorduk. Kolay pes etmek olmazdı ama; umudun, sevginin, güzel olan her şeyin peşinden koşturduk durduk. İnandıklarımız gün be gün azalırken, arkadaşlığın tanışlığa, dostluğun arkadaşlığa dönüştüğü çağımızda bizi anlayan birine rastladığımızda deli gibi bağlandık durduk. Korkularımız hiç azalmadı, giderek daha çok ürkmeye başladık sevmekten, sevdiklerimizden. Yaralarımızı saklamaya çalıştıkça kendi sivri köşelerimizle yeniden kanattık aslında. Yorulduk, dinlendik, bıkmadan koşturduk...Dünyamız kirlendikçe kirlendi; anladık ki artık büyüdük, adam olduk işte. Paylaşmanın gereksizliği, konuşup derdini anlatmanın anlamsızlığına alışır olduk. Kendi içimize dönmenin zamanı gelmişti. Sessizliği tercih etmeye başladık. Herkesin zamanla sıradanlaşabildiğini zehir acısıyla tattık. Anladık ki büyümek öyle lanetli bir şey ki; içimizdeki sessiz kırgınlıkların sıradanlaşmaya başlamasına üzülsek mi sevinsek mi bilemedik. Böyle böyle bir baktık ki; çocukluğa hasret duymaya başlamışız..Azıcık ilgiye, şefkate deli olmaya başlamışız.