7 Ağustos 2015 Cuma

Zirve

Kendi kendime kurduğum dialogları bilsen 
delirmiş dersin,
sanki sen delirmemişsin gibi..
oysa benim deliliğimin ilk günlerine şahitsin,
unuttun belki.
seneler seni fena değiştirdi biliyorum..
yüzün saç diplerinden aşağı yer çekimine yenik
bakışların biraz daha anlamış
avuçların soğuk.
renkleri bin şehirden toplasan da boşa..
gözlerindeki renkler solgun.
benden çok sen pişmansın geçen zamana.
evet belki ben kendi kendime konuşuyorum
ama sen kendine kuracak cümle bulamıyorsun.
biliyor musun, bir sabah uyandığımda
sokaktan geçip giden sıradan bir insana dönüştün,
öyle ani oldu ki bu, 
hayret etmeye fırsat bulamadım.
bak gördün mü?
benim hayatımda bile böyle bir dönüşüm içindesin..
artık bendeki varlığın, 
anılara kalıyor sadece..
senin için fark etmez zannetsen de
bu bir yalnızlık zirvesi
büyük ödül senin, 
büyük ödül sensin.
tebrikler.

6 Ağustos 2015 Perşembe

Beş Kardeş Bitmedi "Yoo"

Laf olsun diye değil ama sahiden hiç televizyon izlemez olmuştum. İzlediklerimden de keyif alamıyordum. En çok ilgimi çeken dizi 2. bölümden çekilmez hale geliyordu. Bir daha içimi ısıtacak; basit insanları anlatan, basit mahallelerde-basit evlerde geçen dizilerden olmaz diyordum ki..."Beş Kardeş" diye bir dizi başlayıverdi. İnsana Süper Baba'yı, Yeditepe İstanbul'u, Leyla ile Mecnun'u ve hatta İkinci Bahar'ı anımsatan ve yine en az o kadar unutulmayacak bir dizi gelmişti işte. Onur Ünlü yine tam kalbimizden vurmuştu. Hikaye de karakterler de parmakla gösterilecek kadar naif ve özenliydi. "Sevgi" denilen sahipsiz duyguyu ellerinizle tutabilecek kadar görüyordunuz izlerken.Duyarlı, birbirine bağlı, her biri farklı ama birbirlerine sımsıkı sarılmış , hayatın acı taraflarını bile mizahla karşılayan "beş kardeşi" çok sevdik. Üstelik çok insan sevdi. İzlerken dünyanın zalimliği unuttuk birlikte. Replikleri yazdık çizdik, onlar gibi baktık onlar gibi düşündük. Ama tabi ki sahteliğin moda olduğu günümüzde belki bu yüzden, belki cesur duruşu ve iktidara verdiği tepkiler yüzünden tutunamadı ve bitti gitti. Kızdık, isyan ettik ama bitti işte. Varsın anlamayan anlamasın, ama kendi adıma tekrar tekrar izleyeceğime ve seneler sonra gülümseyerek hatırlayacağıma eminim. Hikayedeki her karakter sağlamdı ve kendine has bir havası vardı. Biri çıksa dizi eksik olurdu yani.Tam yerli yerinde işlenmiş karakterler kendi dünyalarını çok iyi yansıtıyorlardı. Ama benim favorim "Nazım"dı. 
Solcu, "Nazım Hikmet" hayranı, gazeteci Nazım'ı evden biriymiş gibi benimsedim. Böyle naif, incelikli ama bir o kadar şapşal bir karakter görmeyeli çok olmuştu. Dizide bir sahnede, bir gün öncesini anımsadıklarında; Nazım'ın koşarak kendisine gitmek istemesini, "benim onunla konuşmam lazım" deyişini düşündükçe hem gülüyorum hem içim eziliyor sanki. Bunun dışında izleyen herkesin sevdiği "Yoo" tepkisi benim için gereğinden fazla anlamlı hale geldi mesela. Olur olmadık yerde kullandığı "yoo" bana yeni bir bakış açısı oldu sanki. Her duruma iyi geldiğini fark ettim. Dış dünyanızda size ne derlerse desinler "yoo" de geç git. Ve veya bir şeye canın mı sıkıldı, üzüldün mü, kendi kendine de "yoo" de, ferahla. Anlatacak, örneklendirecek çok cümlesi çok sahnesi var ama olan yine bize oldu. Sığınacak güzel ne varsa elimizden alınmıyor mu bu ülkede?Akşam evde otururken bile mutlu olmamız fazla geliyor birilerine. Biz de ardından çaresiz kalıyoruz. Onur Ünlü ve hikayelerine ihtiyacımız var. Ah bir alternatif kanalımız olsa da kimse dokunamasa sevdiğimiz mahalle dizilerine..
"Kardeş olmak birbirine benzemek değil, birlik olmak, beraber olmak, aynı şeylere üzülüp, aynı şeylere gülmektir, biri yere düştüğünde onun koluna girip kaldırmaktır ve en önemlisi ise SARILMAKTIR!"

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Doğa ile Yaşamak


Tatile giderken kendime bir iyilik yapıp sosyal medyayı tamamen sildim telefonumdan. Dış dünyadan olabildiğince uzak olmak iyi gelir diye düşündüm. İç sesimi özlemiştim, kendimi özlemiştim. Şehir sesi, insan sesini bir kenara bıraktım, e-mail veya mesaj sesi bile duymak istemedim. Seneler sonra ilk kez iş maillerine bakmadan bir hafta geçireceğime söz dair kendime söz verdim. Dediğimi de yaptım sahiden. Sekiz gün tamamen kendimle, cümlelerimle ve ailemle doğa içinde kaldım. Çok dinlendim, çok güldüm, az umursadım. Sivri biber, domates, maydanoz topladım. Toplarken bitkileri incitmemeye gayret ettim,tomurcuklarına dokunmadan mahsulü almak gibi çok basit ama ruhuma iyi gelen şeyler yaptım. Anneannemi anımsatan fesleğenleri kokladım her gün. Hiç ses duymuyor gibi oldum zaman zaman...Seslerin hepsini geride bıraktım. 
Denizde veya durgun mavi suda saatler geçirdim.Yüzdüm, durdum, yüzdüm durdum. Yorulduysam içinde dinlendim..Suyun içindeyken de sırt üstü uzanıp suyun o tuhaf sesini dinledim. Çıt çıt çıt. Güneşi üzerime çektim hiç çekinmeden. İçimin acıdığını hissettiğim anlar oldu, sert ve hızlı kulaçlar attım rahatladım. Su ve iyileştirici etkisi işte. Su ve dinlendirici etkisi..Daha ilk akşamdan omuzlarımın suratımın kızardığını fark ettim. Çillerim selamladılar beni her yaz olduğu gibi.
Ağustos böcekleriyle yusufçuk ( guguk ) kuşunu dinledim en çok. Böceklerin senfonisi bir duruldu bir şiddetlendi. Arada aynı anda susup soluklandılar ama bir süre sonra aynı anda gene başladılar. Onların uyumuna hep hayran kaldım. Hayvanlar da bitkiler de müthiş bir uyum içindeler aslında. Biz insanlar kadar dengeleri şaşmıyor. Guguk kuşu ortaya çıksa da görsem dedim ama çıkmadı kerata. Daha önce hiç sesini duymadığım kuşları duydum. Çeşit çeşit böcek gördüm ve onlardan korkmamayı bu yaşımda öğrendim. Hele ki gece vakti havuzda bulduğumuz gözleri fosforlu yeşil minicik böceğe inanamadım. Neredeyse "uzaylı" denecek kadar tuhaftı. Aslında tüm bu hayvanların ve bitkilerin evine hayat kurmuşuz. Evlerinde misafiriz, bir kez daha anladım. 

Hep yalın ayak gezdim bahçede. Nasıl bir gerginlikle geldiysem ayaklarımı çimlerden topraktan ayıramadım.  Araba sesi, korna sesi hiç duymadan geçirdim çoğu günü.. Bu satırları çimenlerin üzerinde uzanarak yazıyorum mesela. İki saattir kalkmadım yerimden. Böcekler yine cır cır susmuyorlar. Aralarında bir tane anarşik var ki o hep en son susuyor :)) Yine ağaçlara bakmaya doyamıyorum. Müzik sesine bile tahammülüm yok. Yerimden kalkasım yok. Bu, benim gibi yerinde duramayan biri için hayli tuhaf. Uzanıp göğe baktığımda çam ağaçları arasından geçip giden uçaklara baktım sık sık.İnsanlar hiç anlamadığım kalabalık otel tatillerine gelip gidiyorlardı, bense onlara bir hamaktan gülümsedim.

Babamın emek emek bir hayalden gerçek kıldığı bu ev, bu bahçe nefes oldu hepimize. İçinden çıkmak istemeyeceğimiz bir mucize gibi. Denize girmek dışında şehre gitmeye hiç isteğim yok. Denize kavuşmak ise hep bambaşka bir ritüeldir benim için. Öperek karşılar öperek veda ederim. Üzerimde tuzlu suyla oturmayı severim. İyot kokusunu çok çok severim. Kızım Deniz'e gelince; bu yaz onunla daha çok paylaştık tatili. Hemen hemen her anı birlikte yaşadık, birlikte tadını çıkardık. O'nun ne kadar büyüdüğünü buradaki yaşamda bir kez daha gördüm. O kadar bilinçlenmiş ki, korkuları da bu yüzden çoğaldı muhtemelen. Önceleri yalnız yüzmek istemedi sonra alıştı. Bahçeli evin keyfini sonuna kadar çıkarıyor küçük canavarım. Bitkilerle ve hayvanlarla bu kadar ilgilenmesi beni şaşırtıyor ama çok mutlu ediyor. İlgisi ve çıkardığı keyif çok sahici. Umarım böyle devam eder.. Onun doğduğundan beri gördüklerini ben bu yaşlarımda tanıyorum. Minicik karpuz, dalında belirginleşmeye başlayan incir, nar ve cevizleri görüyorum ve güzelliklerine hayret ediyorum. Bazıları ne kadar hızlı büyüyorlar inanmıyorum.

Tabi tüm bunların yanında ailecek birlikte zaman geçirmek paha biçilemezdi, hepimiz için. Annemle babamın çocukları ve torunlarıyla birlikte olmaktan nasıl mutlu olduğunu gördük ve bu da ayrı bir keyif verdi elbet.
Günler hızla geçti ve tatilin sonuna geldik artık. Koca şehir tüm güzelliği ama tüm karmaşasıyla beni bekliyor. Aklım ağustos böceklerinde kalacak en çok..Gürültüleri beni insanlar kadar rahatsız etmedi ne tuhaf. Bu huzurun; suyun ve toprağın içinden çıkıp şehrin karmaşasına nasıl dönülür ki? Veda için sabah yüzüm denizden çıkmadı, öğleden sonra ellerin ayaklarım topraktan. Poyrazın sesi eşliğinde yine yalın ayak uzanıyor yine kuş ve böceklerin sesiyle dinleniyorum. Gözlerim tuzdan yarı kapalı, içimde bu sakinliği geride bırakacak olmanın saçma telaşı..

Sanırım dönecek oluşumuzun bizdeki etkisini en iyi Deniz'in bu fotoğraftaki yüz ifadesi anlatıyor.



Heves

Elimizde olmadan büyüyoruz.."İçindeki çocuk hep yaşamalı" deniyor ama "çocuk" kalma hakkın günlük yaşamda hiç denecek kadar az. Ne yazık ki durdurulamayan büyümenin inadına "inanmak" küçülüyor. İster istemez kendi içimize dönüyoruz. Ne dışarı çıkmaya ne de yeni birini tanımaya dermanımız kalmıyor zamanla. Belki kendimizi kollamak istediğimizden bu dermansızlık. Belki sevmenin acıtan etkilerinden kaçınmak için güzelliklerine de kapatıyoruz kendimizi. Ama hayat her zaman süprizlerle doludur. Tüm bu içe kapanıklığına rağmen güç bela üşengeçliğini yenebildiğin birine rast geldiysen; içindeki heves tomurcuklanır, şaşırarak hissedersin. İçinden çıkmak, paylaşmak istersin. İşte o "heves" öyle değerli ki aslında. Yeniden canlanmaya çaba gösteren kırılgan bir çiçek kadar değerli. İnsanın hoyratlığıyla kolayca kırılmaya öyle müsait ki... Kolay mı ruhunun derinlerine sakladığın kelimeleri ortaya çıkarmak ve sevmeye başladığın birine o kelimelerden cümleler kurmak? O cümlelerin bir başka ruha dokunması gerekirken, geriye dönüşü yakıcı kelimeler olursa hevesin tuzla buz olur. Anlatmaya gücün yetmez. İçine dönmek ve yeniden saklanmak istersin. Cümlelerin tekrar kelimelere bölünür ve içine bu kez daha derinine gizlenir. Vazgeçmez sadece içinde yaşamaya kaldığın yerden devam edersin. Kelimelerin nerede ne zaman cümleye dönüşeceğini bilemeden..

4 Ağustos 2015 Salı

"Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine" - Cezmi Ersöz

Yine masum hırslarını sevdanın ateşinde yaktın
şehirden bir çocuk sevdin yine
ah! seni ona taşıyan çocuk ayakların
işte geliyorsun,
haylaz, vefalı ellerin şehrin dalgalarını okşuyor
ah! seni ona taşıyan gözlerindeki susuzluk
şehirden bir çocuk sevdin yine...

yaktın masum hırslarını geliyorsun
oysa bir bilsen, seni ona taşıyan şehir
saçını bağladığın iple bile alay ediyor
ah! bir bilsen herkes tetikte
sense böyle hesapsız, böyle sevinçle...

ah! bir bilsen
sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın kapılarını

yaktın masum hırslarını geliyorsun,
şehirden bir çocuk sevdin yine...

"Acıyor" - Turgut Uyar

Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun 
Sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık 
Onlarda orada yaşadılar 
Bir dağın çarpıklığını 
bir sevinç sanarak 

En başta mutsuzluk elbet 
Kasaba meyhanesi gibi 
Kahkahası gün ışığına vurup da 
öteden beri yansımayan 
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi 
Öbürünün bir kadından aldığı verem 
Bütün iş hanlarının tarihçesi 
sevgim acıyor 

Yazık sevgime diyor birisi 
Güzel gözlü bir çocuğun bile 
O kadar korunmuş bir yazı yoktu 
Ne denmelidir bilemiyorum sevgim acıyor 
Gemiler gene gelip gidiyor 
Dağlar kararıp aydınlanacaklar 
Ve o kadar 

Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır 
Sonbahar geldi hüzün 
İlkbahar geldi kara hüzün 
Ey en akıllı kişisi dünyanın 
Bazen yaz ortasında gündüzün 
sevgim acıyor 
Kimi sevsem 
Kim beni sevse 

Eylül toparlandı gitti işte 
Ekim filanda gider bu gidişle 
Tarihe gömülen koca koca atlar 
Tarihe gömülür o kadar