30 Mayıs 2015 Cumartesi

Tuvalet Eğitimi Notları

Uzun zamandır annelik paylaşımlarına ara vermiştim. Deniz kızı yaşamında yepyeni önemli bir adım daha attı. Anlatılmayı hakeden kocaman bir adım. Bu, tüm anneleri korkutan zorlu bir konu. Tuvalet eğitimi. Ne yapsak ne zaman başlasak hangi davranışla yaklaşsak diye çocuklar 1 yaşına gelir gelmez aklımıza gelen sorular. Ben de kısaca hikayemi anlatayım, yardımı dokunursa ne mutlu bana. Aslında benim kızım her konuda yavaş ve yaşıtlarının arkasından gelen bir çocuk. Geç emekledi, geç konuştu, geç yürüdü ama öte yandan bu duruma hep saygı duydum. Çünkü o hiç bir şeyi yapamayacağından değil zamanını kendisi seçtiği için bizlerin "geç" dediği zamanlarda gerçekleştirdi. Tuvalet eğitimini ilk kez geçen yaz denedim. Yani 2 yaşı geçtiğinde. Ama henüz konuşamıyordu ve kendini ifade edemeyen bir çocuğun tuvaleti öğrenmesi çok zordu. O yüzden onu ilk seferde çok zorlamadım. Ama en azından tuvaleti anlattım, ona bununla ilgili resimli hikayeler okudum, bizim nerede tuvalet ihtiyacımızı karşılağımızı gösterdim. Ona aldığımız lazımlık ile denemeler yaptırdım. Sonra araya kış girdi. Her ne kadar modern dünya tuvalet eğitiminde yazın kışın farketmediğini söyleyip dursa da ben aynı fikirde değildim. Altını sürekli ıslatacak bir çocuk için kış hastalıklara açık bir mevsim. Bu yüzden Deniz 3 yaşını buldu ve hatta geçti. Ama ikinci denemede hiç tahmin etmeyeceğim kadar kolay bir süreç yaşadık.  Fiziksel olarak bedeni çişini tutmaya çok hazır olduğundan işin sadece psikolojik boyutunu halletmemiz gerekiyordu. Ona babasıyla şirin bir tablo hazırladık. Seveceğini düşündüğü yapıştırmalar aldık. Duvara yapıştırdık ve Deniz'e çişini-kakasını tuvalete yaptığı her gün için 1 uğur böcekli yapıştırma sözü verdik. Bir ay tamamlandığında ona güzel bir hediye alacağımızı da söyledik tabi. Sonra ona güzel şirin kilotlar aldık. Onları çok sevdi. Hevesle giydi. Bu heves de işime yaradı tabi. İlk hafta kreşteki öğretmenlerinin de gayretiyle gündüz arada kaçırsa da tuvaleti kullanmayı öğrendi. İlk iki hafta geceleri bezini çıkarmadım ve dışarıda da bez kullandım. Fakat ikinci haftada sabahları kuru uyanmaya başlamıştı. Dışarda da bezi altında olmasına rağmen çişinin geldiğini haber veriyordu. 3. hafta ise altına kaçırmalar neredeyse bitmişti. Tabi ki en geç 2 saatte bir su alımına da dikkat ederek ona hatırlatıyordum. Çişim yok dediğinde zorlamadım. Ama kendisi 3. haftada tamamen haber verir olmuştu. Yine 3. haftanın sonunda geceleri bezi çıkardık. Dışarıda da mother care den aldığımı portatif lazımlığı kullanmaya başladık. Dışarıda da çişini ve kakasını söyleyip başarıyla yapınca bir hayli yol almış olduk. 4. hafta ise sadece pekiştirme haftası oldu bizim için. Şuan da geceleri bir kez uyandırıp çişini yaptırıyoruz ve kendisi söylemezse 2 saatte bir tuvaletini sormaya devam ediyoruz. Küçük kız 1 ayı tamamladı ve hediyesini haketti. Elbette kazalar olacaktır arada ama yine de tuvalet eğitimi sorunu bizim için ortadan kalktı. Darısı hepinizin başına. Hikayenin sonunda işin bir de duygusal tarafının olduğunu hatırlatmak isterim. Küçük kızınız veya oğlunuz bezi bıraktığında, onun bebeklik günlerinin artık geride kaldığını fark edeceksiniz. Ve sanırım sizin de benim gibi içiniz sızlayacak...

28 Mayıs 2015 Perşembe

Nereden Çıktın Sen

Bugün bir cümle okudum. "Eğer annem olmasaydın seni arkadaşım olarak seçerdim". Bu cümleyi okuyun ve bakın düşünceler sizi nerelere götürecek. Ben yine indim bir sahile; düşündükçe denizler açıldı önüme. İnsanlar hayatımıza belirli rollerle, belirli isimlerle giriyorlar. Bazıları sıfatları gereği biz seçmeden hayatımızda oluyorlar. Anne gibi baba gibi kardeş gibi. Rutin yaşamda mecburen görüştüklerimizi bir kenara bırakırsak, ya bizim seçtiklerimiz? Muazzam bir ahenkle çalışan insan bedeni gibi hayatımızdaki insanların da en sıradanından en özeline kadar hepsinin bir düzeni var. Birinin zamansız gelmesi veya gitmesi yaşam düzeninizde domino taşı etkisine sebep olabilir. Ve aslında hepimize olan da bu. Birileri geliyor birileri gidiyor. Kimisi giderken omuzlarımızdan yük alıyor kimisi giderken ruhumuzda yaralar açıyor. Birisi geliyor, yaşam dengenizde bir yer buluyor, birisi biraz dolaşıp gidiyor, kimisiyse elinden tutup ayağa kaldırıyor. Kimi sadece anılar bırakıyor, kimi tüm hatalarınızla tüm eksiklerinizle kucaklayıp kendini unuturcasına yanınızda oluyor. Yalnızlık artık sıradanlaşmış olsa da, artık herkes kendi kendisiyle olabilme derdinde olsa da yine de bağ kurmaya ihtiyacımız var. Kendi kanından olmayan çocuklara aile olabilenler, kan bağını amlamsızlaştıran dostlar, seni tanıyalı bir avuç gün olduğu halde yüzünüze düşen gölgeleri farkeden insanlar yok mu hayatımızda? "Nereden çıktın sen" dediğimiz kimse yok mu....Mutlaka vardır. İyi bakın onlara. İster hemen benimseyin ister zamana bırakın ama dikkatli bakın. Hayat bu şansı sıklıkla verecek kadar cömert değildir. Hayat bu fırsatları elinizden kolayca alabilecek kadar hoyrattır hatta. Pamuklara sarın, kimseler bilmesin görmesin kalbinizdekileri...

"Hayatı Sev"

Bedenimin ara ara "eskisi kadar genç değilsin" diye uyardığı günlerden biriydi. Bir kaç tahlil yaptırmak için mahallemizin sağlık ocağına gittim. Dışarısı buz. Hekimin gelmesini beklerken, ilk sıradaydım ve yanıma yaşlı bir teyze geldi. Yavaşça oturdu. Çok yaşlıydı ama aydın bir kadın olduğu duruşundan bile belliydi. Yavaşça benimle konuşmaya başladı. "Sen ne için geldin" diye başlayan soruları nedense beni hiç rahatsız etmedi. Karşılıklı tahlil sonuçlarımıza bakarken ufak ufak sohbet etmeye başladık. Çok düzgün bir Türkçesi vardı, sakin sakin konuşuyordu. Çalışmış, çocuklarını yetiştirmiş, hayatı yalamış yutmuş yani kısaca. Konuşmamız anneliğimden, çalışma hayatındaki zorluklara ve hatta memleket meselelerine kadar uzandı gitti. Umut doluydu. "biz neler gördün, bu günler de geçer" diyip duruyordu. Derken doktorla işimi bitirdim ve dışarı çıkmadan teyzeye veda etmek istedim. Yanına oturup eline uzandım, "hoşçakalın" dedim. Elimi ellerinin arasına aldı, gözlerime yaklaştı ve sessizce "Hayatı sev kızım" dedi. Donup kalmıştım. Nasıl yani? O kadar kısa sürede bana bunu söyleyecek kadar ne görmüştü veya ne sezmişti? Biraz keyifsizdim belki. İşe gitmek bana hiç keyif vermiyordu o günlerde. Belki bunun yansıması vardı yüzümde kim bilir. Belki sadece sıradan stresler belki içinde bulunduğumuz zamanın umutsuzluğundan mı bilmem,biraz hüzünlü duruyordum. Ama onunla konuşurken sürekli gülümsemiştim, dışarı yansıttığımın farkında değildim. Ama gözünden kaçmamış işte. Yaşam tecrübesi mi yoksa sadece kuvvetli sezgiler mi bilmiyorum. Ama hiç tanımadığım ve benden belki kırk yaş büyük bu kadının tek cümlesi bende soğuk duş etkisi yapmıştı. "Hayatı sev"..Peki teyze..Severim..

Sabahattin Ali

Sabahattin Ali...Kısacık ömrüne rağmen ürettikleriyle kalbimde kocaman bir yere sahip muazzam yazar.  Onu tanımlamak zor, zaten kim olduğunu anlatmak değil amacım. Bilen bilir, tanıyan tanır. Tanımayan,tek bir romanını bile okumayanlar içinse bana göre kayıp büyüktür. Ben onu "Kürk Mantolu Madonna" ile tanıdım. Yani zirveden başladım. Satır satır çok sevdim, farklı farklı baskılarını aldım, cümlelerini yazdım her yere, yine de doyamadım. Üstelik çok da şaşırdım ilk kez okuduğumda. Sabahattin Ali 1948'de hayatını 41 yaşında kaybetmiş ( daha doğrusu katledilmiştir ), Kürk Mantolu Madonna ise 1943'de yazdığı bir roman. Buna rağmen dili çok yalın ama anlatımı muhteşem. O yıllar için son derece modern bir kalemi varmış yazarın. Seçtiği kelimeler yaşadığı çağ için yeni ama bizler için okuma rahatlığı sağlıyor. Romanlarını okurken hiç bir zaman çok eski bir romanı okurmuş gibi hissetmiyorum. Sabahattin Ali edebiyat tarihimiz için özel ve niteliği bambaşka bir yazar. Kısa ömrüne sığdırdığı tüm romanları okumak kendi adıma armağan gibi. Ve tabi şiirlerini, özellikle de şarkıya dönüşenleri unutmamak gerekir. "Leylim Ley", "Eşkiya Dünyaya", "Aldırma Gönül" gibi içimize işlemiş şarkıların sözleri O'nundur. Okuduğum, anladığım kadarıyla ona en çok yazı yazdıran hissebildiklerinin sınırsızlığı, anlaşılamama hissi ve içindeki tükenmez yalnızlık duygusu. Kırılgan, hassas olduğu romanlarını okurken kelimelerinden dökülüyor sanki. Dört duvar arasında geçirmek zorunda kaldığı senelerin, toplumsal duyarlılığının ve zıtlıklarının büyük etkisi var üzerinde. Öyle güzel sevmiş, öyle derin yaralar almış ki; yazdıkları ödediği bedellere ödül gibi dökülmüş, taşmış içinden. O, seneler önce yazmış, biz şimdi okumaya doymuyoruz. Öykülerini yeni yeni okumaya başladım ama özellikle "Sırça Köşk" beni çok şaşırttı. Bin sene öncesiyle yaşadığımız bu günler ne kadar benzermiş meğer...Yaşadığı zamanın çok ötesindeymiş Sabahattin Ali. Bıkmadan onun bıraktığı tüm izleri satır satır okumalı, not almalı, sonra yeniden yeniden okumalı.Eminim ki herkes anlatmakta zorlandıklarını onun cümlelerinde bulacaktır. Sırf bu yüzden bile izlerini hep taze tutmalı insan...


27 Mayıs 2015 Çarşamba

Gün

Güne doğru adımlarla  başladı.
Bu sabah melodram dolu şarkıları seçmeyecekti, 
baharı yüksek tempoda bas bas bağıran bir şarkı buldu.
Sesi yükseltti. Adımları sıklaşmıştı. 
Günü doğru insanlarla doğru kokularla karşılamıştı. 
Sol cebine sabah busesini koydu. 
Sıcak yatağından kalkarken minik elleriyle sarılan evlat kokusunu sağ cebine..
Yola çıktı. Yine aklında hikayesini merak ettiği dünyalar vardı. 
Adımları kimseyi yormasın,daha yolun başından yaralamasın diye yavaşladı.
Ellerinde okul kitapları olan çocuğa selam verip mahallesini geride bıraktı.

26 Mayıs 2015 Salı

Deneme 7

Yine "acaba çocuk muyum" diye uyandım, aynaya baktım ki 30 lu yaşlarımdayım. Meğer yan odada karyolasında uyumaktaymış çocukluğum. Rüyadan uyanıp İstanbul'un en eski semtlerinden birinden geçerken buldum kendimi. Öyle ki o mahallenin çocuk parklarında oynamışlığım var. Aynı mahallenin kulağımda bıraktığı melodi neler anımsatıyor bana neler. Ey hayat,elini uzatsan dokunacak mesafedeki insanlara hasret bırakıyorsun alacağın olsun. Biliyorum hayat sen insanı kabullendiği duygularla ödüllendirirsin. Kendi kalbine savaş açan baştan kaybetmiştir. O kayıp, duygular olur eninde sonunda. Oysa cümle içinde kullanamadığımız sevgilerimiz vardır bizim, kimsenin bilmediği. Sorsalar gülümser geçeriz, sormasalar gizleniriz. Bazen de sadece dağınık kalması gerekenler öylece bırakılmalıdır, olamaz mı? Bilirsin bazı insanlar parmak uçlarıyla yaşar. Dokunmadan hissedemezler. Tedirgin tedirgin uzanır parmakları bir başkasına. Duyduğu en güzel cümleler kulaklarına çarpar ama inanmaz. Birinin ancak kaleminden çıkarabildiğini bir başkası kolayca söyleyiverir. Ama yetmez. Sessiz sedasız çığlık attıp sesini duyaramadıklarınla konuşmak hayal olur ancak. Böyle günlerde içmek güzel bir fikir olur belirir. Zihinleri güzelleştirir, kelimelerin sırası, şekli bozulur, ağlamak basitleşir. İç ki rahatla, ağla, ferahla. Üstü başı çamur içinde kalmış bir umudu tarihe gömerken rituelin olsun içmek. Ey koca dünyaca şairin dediği gibi.......

"hey koca dünya nasıl da avucumuzdasın,
nasıl da parlıyorsun ay gözleri maden
çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin..."

Turgut Uyar

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Kafka'dan

Yorgunum, 
hiç bir şey bilmiyorum;
tek istediğim 
yüzümü kucağına koymak,
başımın üzerinde dolaşan 
ellerini hissetmek
ve sonsuza dek öyle kalmak"

Franz Kafka / Milena'ya Mektuplar

Mendirek

bir mendirekte, suyun ortasında,
güneş kızıl, battı batacak
el ayak çekildi, tüm sesler sustu
gözlerim sudan ayrılamıyor
bir adamla bir kadının sesleri kulaklarımda
duyduğum sesler ikisinin
gözlerim gözleri, sözleri iki dudağım arasında
böylece kalsak böylece ölsek ne ki..
hayat bu kadar basit olsa ne ki.

24 Mayıs 2015 Pazar

Günaydınım

Günaydınım, sevgilim;
Bak gördün mü 20 yaşında kurduğumuz hayalin içindeyiz. Bu sabah minik bir kafa "annee babaa" kalkın artık diye odamıza geldi. Artık bize kafa tutuyor. Adı gibi bir çocuk oldu. Bize verdikleri derya deniz...
Senin varlığın ömrümün yarısına eşit. 7 senelik evlilik nedir ki biz seninle beraber büyümüşüz bak. Ayrılıklar, hesaplar kitaplar, yol ayrımları, aynı evde görüşmediğimiz günler yaşamışız. Bazen hastane odaları bazen en sevdiğimiz kasabalardaki küçük pansiyon odalarını paylaşmışız. Bilmediğimiz ülkelerde haritalara bakmış, paramız kalmayınca şarapla simit yemişiz. Paramız olunca tüm rakı balıklar bizim olmuş. Benim ellerim hala aynı sıcak, senin ellerin hala aynı tedirgin. Ve hala el ele gezmenin tadını duyuyorum. Hala eve gelirken seninle olacağım için seviniyorum. İçimdeki,dışımdaki tüm fırtınalar tüm sıkıntılar sadece senin limanında diniyor. Sevgilim seninle hayatımız hep sürsün  isterim. Ne eksik ne fazlaya ihtiyaç duymam. Sen,kızım ve hissettiklerimiz yeter. Nice seneler günaydınım.