23 Mayıs 2015 Cumartesi

Herneyse

Yaş aldığını,olgunlaştığını zannediyorsun bu aralar.
Ne de olsa mevsimler hızlandı, 
radyoda çalan şarkılar artık sana göre değil,
yeni nesilleri anlamaktan çok şaşırır oldun.
Ne yapsam diye düşünürken geçiyor avuç içi kadar boş zamanın..
Halbuki kimsenin derdi seninle değil çünkü
hayat dediğin herkesle eşit derecede alay ediyor.
Basit bir trafik kazasıyla, duyduğun amansız hastalık haberiyle,
eski bir dostun "hep yanındayım" yazdığı eski bir mektupla,
kalbine almak istediğin ama inanmaktan kortuğun bir cümleyle
kendince sana göz kırpıyor.
Sense değiştirmek istediğin ruhunu alıp
yüzünden ayrıştırmaya uğraşıp durursun ha gayret.
Kimse bilmesin istersin derdini tasanı, 
duymasınlar aklından geçenleri diye 
yüzünü döndüğün an gülümsersin.
Ne vakit yalnız kalmak istesen
hep aynı semtin aynı sokaklarında yürürsün.
Sokaklar hep aynı sana göre, bir tek kaldırım taşları değişir.
Herkesten çok bilirsin evlerin kapılarını.
Dokunup kaç sevdaya tanık olduklarını,
kaç insanın hangi duygularla
geçip gittiğini anlamaya çalışırsın.
Yan yana oturup birbirini sevmeyen insanları seyredersin.
Otobüs duraklarının yeri değişti diye hüzünlenirsin şapşal şapşal,
anılarına kimse dokunmasın diye kendini provoke edersin.
Bitmeyen hayalperest isteklerin vardır senin;
evler yıkılmasın, ufak tefek dükkanlar hiç kapanmasın,
yaşlılar ağlamasın, 
dilenen çocuklar numaradan bile olsa çıplak ayakla gezmesin,
doyasıya sarılmak istediğin kimse garipsemesin seni,
sevgileri sıralamasınlar- sınıflandırmasınlar - isimler koymasınlar,
uçsuz bucaksız sevebilmen utandırmasın seni artık..
duygularını korkmadan anlattıkların biraz olsun inansınlar...
Dedim ya bitmez senin isteklerin, belki şımarıklığından.
İyisi mi her şeyi boş ver,
bırak tüm bu yazdıklarımı bir kenara.
Yeni bir sayfa al önüne; hatalarını, ders alamadıklarını yaz.
Her günün başlangıcında önce suyunu iç sonra bu sayfayı oku.
Çocuklaşma artık, insan dediğin nedir ki?
İçini dışına taşırma artık ne olursun;
kelimeleri özenle şeç, anlatma fazlasını
bırak birazı da sana kalsın.
Merakını, sevincini, hüznünü içinde tut.
Kendini bu yazıda bırak
başka dünyaların hikayelerini yaz..
Ne dersin?

22 Mayıs 2015 Cuma

Bir Mayıs Sabahı'ndan

Yine bir sabah kulağımda Yeditepe İstanbul'un insana hem hüznü hem umudu hissettirdiği melodisi yoldayım. Aklımı vermem gereken manalı şeyler var yaşamımda. Mesela ilk kez bir işe kendimi ait hissediyorum. İlk defa doğru yerde olduğumu bilerek telaşlanıyorum. Yolum uzun ama üşenmiyorum hiç.
Öte yandan güzelliği düşünüyorum. Sevgilimin karşılıksız gülüşündeki, kızımın "annecim" demesindeki güzelliği... Bugün anama babama kavuşacağımı düşünüyorum.Annemin kokusuna hala muhtaç oluşuma şaşırmıyorum artık.
Beni sosyal medyaya iten sebepleri yitirmeye başladığımı hissediyorum. Meğer paylaşmak hala bir kenarda gerçek insanlarla mümkünmüş. Kanlı canlı "buradayım" diyen insanlar varmış. Buna hayret ediyorum. Sonra geçmişe takılıyor aklım. İnsanların nasıl kolayca gidebildiklerini nasıl kolayca yüz çevirebildiklerini hatırlıyorum. İçimdeki ses "yavaş,soluklan" diyor. Dinlemek istemiyorum. Suya kim dur diyebilmiş ki.
Sonra sokaktaki sesler içimden gelenleri bastırıyor. Kornalar, kötü kötü adamların mikrofondan gelen sesleri, trafiğin insana sahil kasabaları düşleten karmaşası....derken...
Soruyorum kendime "peki sen bu hayatın neresindesin,dünyanın neresinde?"
"Ayrıntılardayım" diyorum, "satır aralarında, bir çift gözün renklerinde, bir avuç insandayım" diyorum.
İyi ki varsın Derya Köroğlu. İyi ki besteledin bu şarkıyı. Bana hala yazdırıyorsun.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Aklım Almaz

Aklım bazı şeyleri almaz benim.
Bazen karmaşık bazen basit şeyleri.
Uçağın uçuşuna akıl sır erdiremem mesela.
İlk yoğurdu kim nasıl mayaladı diye düşünür dururum.
Bir zaman çok sevdiğin insana 
sokaktan geçen bir yabancı gibi nasıl bakılabilir,bunu da anlamam.
Hayvanlar nasıl sevilmez?
Çiçekler neden solar?
Ağlayan bir çocuğa kalp nasıl dayanır?
Tutulamayacak sözler neden kolayca verilir?
Çocuklar neden acı çeker?
İyilik yapmaktan ne diye kaçınır insanlar?
Anlayamam işte..
Liste uzar gider..
Aklım ah benim kalbime zarar aklım..
Durma düşün sen yaşadıkça
Cevap buldukça başka soru bulursun nasılsa.

19 Mayıs 2015 Salı

Çocuksun Sen / Ahmet Telli

Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen 
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu 
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen 
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim 
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor 
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte 
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum 
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun 
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar 
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa 
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların 
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar 
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa 
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan 
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit 
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık 
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık 
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin 
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen  

Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun 
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada 
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. 
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil 
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı  
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle 
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar 
Dursam ölürüm paramparça olur dünya 
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm 
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir 
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna 
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için 
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak 
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu 
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) 
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor 
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri 
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda 
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum 
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım 
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte 
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan 
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer 
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle 
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum 
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken 
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde 
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su 
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç 
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı 
(Soluğunun elma kokması bundandı belki) 
Bir elma kokusuna tutundum düşerken 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı 
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle 
Çocuksun sen, çocuğumsun 
Ahmet Telli

17 Mayıs 2015 Pazar

Mutlu Bir Gün

Bu, sıradan bir günlük yazısıdır. Sadece kendim için yazdığım ve güzel bir günü anlatan. Bugün benim 33. yaşımın sona erdiği, 34 yaşıma adım attığım gün. Şairin meşhur şiirindeki 35 yaşa bir adım kala, doğum günü kutlamaktan giderek uzaklaştığım, artık kızımın doğum gününü kendi yeni doğum günüm saydığım bu günlerde, çok keyifli bir gün geçirdim. Öyle ki burada bu günü anlatan bir yazı olsun bile istedim. Neşe dolu, mutluluk dolu bir gündü. Sabah ilk hediye Özkan'ın Deniz'i ikna edip benim uzun uzun uyumamı sağlamasıyla başladı. Tazelenmiş uyandım. Sonra Deniz...Kızım bu sene bana elleriyle hediye verip, beni öperek uyandırdı ve "iyi ki doğdun" şarkısı söyledi. Ancak bu kadar anlamlı bir başlangıç olur. Onun böyle bilinçlenmesi en büyük hediyeydi sanırım. Sonra sabahı şehrin en sevdiğim kıyılarından birinde Çengelköy'de geçirdik çekirdek ailecek. Deniz'in içime sevinç doldurduğu, Özi'nin ellerimi bırakmadığı bir sabahtı yine. Sonra akşam üzeri evden ailecek diye gittiğimiz Caddebostan'da en yakınlarımı buldum. Beraber büyüdüğümüz, ne olursa olsun hiç ayrılmadığımı ve doğum günümü kutlamaya alıştığım sevdiklerim. Öyle ki, onlarla "amaan bu yaşta doğum günü için insanlar toplanır mı yaa" endişesini hiç yaşamıyorum. Çünkü zaten hep onlar vardı. Bu rahatlığı bana hissettiren herkes yanımdaydı hemen hemen. Elbet gelemeyen bir kaç can dost ve canım ailem dışında.
Ama onların varlığı sesleriyle kulaklarımdaydı. Modern çağın iyi mi kötü mü bir türlü bilemediğimiz "facebook" u sayesinde gelen kutlama mesajları, her zaman arayacağına emin olduklarım ve beni şaşırtan, gülümseten, doğum günümü bilmediğini zannederken arayanlar elbette beni çok iyi hissettirdi. Annemle babamın sıcacık sesleri, akrabadan öte canlarım ve biricik yeğenimin gurbetten gönderdiği video, elleriyle yaptığı resim, abimin cümleleri.. İnsan yine de mutlu oluyor işte. Çünkü gerçeği yalanı ayırt edebilecek kadar büyüdük. Te çocukluğundan beri aramaktan hiç vazgeçmeyen insanlar,umuttan başka ne verebilir ki insana. Zorlaşan hayatı güzelleştirmekten başka ne yapabilirler?
Hayat hızla ve tüm telaşıyla koşarak ilerlerken, geçirdiğim senelere dönüp bakıyorum ve sesini duymak istediklerim, sıkıca sarılmak istediklerim hala benimleler. Evet bazen hatalar, eksikler, fazlalar oluyor yaşamına eklenen. Ama önemli olan yanına kar kalanlar. Gülümsemeni sağlayanlar ve bakmaya doyamadığım fotoğraflar. Bazen bir kucak dolusu papatya, bazen içten bir kucaklaşma, bileğe takılan bir bileklik, koleksiyonuna eklenen bir defter veya güzel günleri seyrettiren bir çerçeve. Ya da annenin babanın yakınlığı, çocuk kalemle çizilmiş bir resim, yazmayı hiç beceremediğini zanneden abinin en harika kelimeleri, kardeşinin Ankara'dan kucaklayan sesi...ne bilim teyzenin, dayının gerçek yakınlıkları, seneler sonra binlerce km uzaktan gelen mesajlar, hayatına yeni yeni giren ve özel olduğuna şimdiden emin olduğun insanların sıcacık dilekleri...Tüm bunlar için değmez mi doğum gününü sevmeye? Yaş almaya boşvermeye? Değer elbet. İyi ki varsınız...
Hepiniz :) İçten teşekkür ve minnetlerimle..En çok da bütün günümü rüya gibi geçirmemi sağlayan sevgilime.