18 Aralık 2014 Perşembe

Yuva Sarhoşu Deniz

Sıradan bir akşam. Ufaklık okuldan alındı, eve neşe ile gelindi. Üst baş değişti. Anne yemek ısıtmak üzere mutfağa girdi,tencereyi ocağa bıraktı,elini yüzünü yıkayıp salona döndüğünde bu manzarayla karşılaştı. Yuva böceği yine sızmıştı. Yemeğini bile yiyememiş henüz babasını görmemiş,annesiyle dans etmemişti. Neyse ki yuvada akşam kahvaltısı var,annenin içi rahat. Hem ne der büyükler uyku en faydalı besindir. " Hmm peki çocuksuz ev nasıl bir şeydi" diye düşündü anne. Ev sessiz,ortalık toplu,tatsız-tutsuz. Aynı evde yine birbirimize hasret bir gün daha sona erdi :)

KAPI

Kapıyı yüzüme sımsıkı kapadığında bir daha açılmaz sanmıştım. Dağ gibi büyük, heybetliydi. Bin yıllık bir kilitle kapatmıştın; sağlam,kararlı. Ardından ses bile duyulmuyordu. Bin yıl geçti sonra; tozundan toprağından görülmez olan kapı ağır ağır açıldı yüzüme doğru. Yaşlı gözlerimi kıstım iyice, göremedim. Eskiyen kilit kırılıp düştü sandım önce, emin olamadım. Yoksa sen miydin paslarından düşüren. O heybetli kapı, küçüldü, inceldi, un ufak oldu sanki açıldıkça. Hafif bir gıcırtı eşliğinde açılırken, eskiliğin dumanı gözlerime perde çekti. Kapının ardını hiç göremedim. Kilit mi kırıldı, sen miydin? Hiç...

17 Aralık 2014 Çarşamba

An-lık

Uyuşturucu etkisi yapar varlığın.
Anlık mutluluklar verirsin, kanar insan
ama yokluğun büyük zarar ziyan.
Dozajında tüketilmelisin,
var-ına, yok-una alışmadan.

16 Aralık 2014 Salı

Dayatmanın Her Türlüsüne Karşı

Hızla Din ( İslam ) Devletine doğru ilerliyoruz. 2002'den beri endişelendiklerimiz bir bir gerçek olurken, "yok yau o kadar da değil" diyenler ne hissediyorlar meraktayım. Elin adamı uzayı keşfederken bizim memleket git gide geriye gitme derdinde. Dindar bir nesil istiyorlarmış. İnsanların en saf din duygularını kullanarak, kandırıyorlar, alenen. Oysa Tanrı inancı ve din dayatılacak kavramlar değildir. Hoş hiç bir kavram hiç bir insana dayatılmaz ama maalesef bizler özgür bir ülkede yaşamıyoruz. Ama yaradan inancı insana aittir. İçten gelir. Doğuştan veya sonradan ama zorla asla olamaz. İnsan inanmak ister, inanmayı tercih eder veya etmez. Bugünlerde 3-6 yaş çocuklarına din eğitimi verilmesinden söz ediliyor. İnanılmaz ve dehşet verici. Bu ülkede inancı olmayan, farklı dinlere inanan veya inancı olduğu halde din eğitimini evinde kendi çocuğuna kendi istediği gibi anlatmak isteyen tüm insanlara dayatma yapılıyor. Bu kadar basit ve net. Bu durum göreceğimiz kapkaranlık günlerin habercisi. İnsanlar bu ülkede çocuk yapmaktan endişeli, çocuğu olanlar zaten enseyi karartmış durumda. İkinci çocukların hayalini dahi kuramıyor ve hatta çocuklarımızı bu dipsiz karanlıktan, duygularıyla oynanan kör cahillerden nasıl koruyacağını düşüyoruz. 
Kendi adıma konuşmam gerekirse, 3 yaşındaki kızımın kesinlikle yuvada din eğitimi almasını istemiyorum. Ben ona zamanı geldiğinde bu kavramları anlatacağım, uygun yaşa geldiğinde bu konuda okumasını öğrenmesini öğütleyeceğim. İçinden gelen inanç ve hayat tarzını benimsemesini dileyeceğim. Bana kalsa yaradan kavramına inanmasını isterim, ben böyle daha iyi hissettiğim için. Ama din inancına da Tanrı inancına da karışmam söz konusu olamaz. Peki ya endişeyle bu karanlıktan korkan yüzlerce aile? Her çocuğun gittiği yuva bizlerinki kadar modern olmayacaktır elbet.  Kim bilir nasıl insanlar nasıl cümlelerle din eğitimi verecek? Ya bazı yuvalarda çocuklara "değerler ahlakı" adı altında ürkütücü bilgiler verirlerse? Ya hurafeler öğretilirse? Ya cehennem korkusu aşılanırsa? Bu küçücük çocukların ruh durumları ne olacak? Eğitim sisteminin de tüm sistemler gibi elimizde dağıldığı ülkede bu dersin tüm okullarda doğru düzgün ve psikolojik olarak 3-6 yaş grubuna uygun verileceğine dair umudum yerin dibinde. Hadi bakalım daha ne günler göreceğiz. Umarım bu konuyu sırf bizler değil, "din eğitimine karşıysanız dinsizsiniz diyenler" dar görüşlüler de yeterince düşünürler. Çok yakında gelecekte pişman olmamak için...  

Aradığınız Duyarlı'ya Şu an Ulaşılamıyor


Bazen psikologlara çok imreniyorum. Her çeşit insanı iyi anlayabilirler diye düşünüyorum. Kim bilir belki terzi ve sökük meselesinde olduğu gibi kendi özel hayatlarındaki insanlarla yine de zorluk çekiyorlardır. Ama yine de şanslılar. "İnsan" aslında hem çok karmaşık hem de çok basit. Ama genelde yorucu. Hayatı zorlaştıran sebep çoğu zaman uzak-yakın hayatımızdaki insanlar. Bilerek veya bilmeyerek yoruyorlar beni. Anlayışlı, duyarlı, vicdanlı olmanın bedelini ödetiyorlar mesela. Belki bunu fark etmiyorlar bile. Belki hiç kötü niyetleri de yok ama gerçek bu. Ben küçük yaşlardan beri sırtımda kendimden ağır yükler taşıdım bu yüzden. Benim için hep "o nasıl olsa anlar, nasıl olsa affeder, nasıl olsa arkasını dönmez" dediler. Bu olumlu görünen etiketler zamanla yüke dönüştü. Eskiden hissetmediğim veya ömrümce taşıyabileceğimi zannettiğim bu yükler, yaş ilerledikçe sırtımı ağrıtmaya başladı. Aslında "hayır" demem gerektiğinde diyemedim, uzaklaşmam gerektiğinde uzaklaşamadım, mesafeler koyamadım zamanında. Böylece beni bir kere çözmüş herkes onlara kıyamayacağımı öğrendi ve dediğim gibi ister istemez bu durumu kullanmaya başladılar. Bu durumu kullanmaları maalesef artık beni hayal kırıklığına uğratıyor. Eskiden fark etmesem de artık zoruma gidiyor. Dünyadaki, memleketteki olup bitene hissettiklerim yeterince üzerken, kimseye karşı duyarlı olmak gelmiyor içimden. Veya cidden buna değecek en yakınlarıma en sevdiklerime sadece bu toleransı gösterebileceğimi hissediyorum. Hani her zaman zaafın olan bir avuç insana. Onların dışında kim olursa olsun "önce ben" diye düşünmek istiyorum.Çünkü artık biliyorum ki önce kendimi mutlu edersem, önce kendimi düşünürsem yuvamı mutlu edebilirim. Uygulaması zor olsa da formül basit; mutlu insan maalesef biraz daha umursamaz, biraz daha etrafına takılmamayı öğrenen, "hayır" demeyi bilen ve kendine odaklanan insandır. Bu yüzden üzgünüm ama bundan böyle aynı özeni göremediğim herkese karşı "aradığınız duyarlı'ya ulaşılamıyor".