12 Aralık 2014 Cuma

Müzik Tüm Kötülüklerin Anasıdır

Müzik sen çok tehlikeli bir sırdaşsın. En iyi dosttur derler ya senin için, çok da emin değilim ben dostluğundan. Güvenip bir solukta tüm dertlerini, sırlarımı döktüm sana. Maskelerimi çıkardım, soyundum, yüzümün ardında kimsenin görmediklerini anlattım. Hep sadece sana ağladım. Peki sen ne yaptın? Pişman ettin beni. Arsız, dengesiz, güvenilmezsin çünkü. Bazen fazla hüzünlü bazen ele avuca gelmeyecek kadar çoşkulusun. Bir anın diğerini tutmuyor. İnsanı tuhaflıklara sürüklüyorsun hiç durmadan. Sen yanımdayken; yazabileceklerimden, söyleyebileceklerimden, sınırsızlığımdan ürküyorum. Sen bıyık altından gülümserken, etrafımda alaycı alaycı dans ederken kendi kendine; ben aptalca cesur hissediyorum. Her şeyi, herkesi yenebilecek kadar cesur hissettiyorsun tek başına. Ama ikimiz de biliyoruz bu cesaretin faydasızlığını. Olur olmaz şişeleri dizdiriyorsun yan yana, sakin adımlarımı koşturuyorsun, frene basmama izin vermiyorsun. Herkes yanılıyor hakkında; dost değilsin. Hiç değilsin.

11 Aralık 2014 Perşembe

Kafamda Deli Sorular

İnsan sevmemiz gerekmiyor mu doya doya, bıkmadan. İnsan sevme ihtiyacı bitip tükenecek şey mi ? Hangi ara korkar, çekinir, tahammül edemez hale geldik kendi ırkımızdan? Kalabalık şehirlerde bencilleşip, duyarsızlaşınca mı? Kendi telaşımızdan etrafımızı flu görmeye başlayınca mı? İşte, evde, sosyal çevremizde yetemediğimiz, yetişemediğimiz için mi bu soysuz sabırsızlık, hoşgörüsüzlük, kötülük ?  Koşarken kahvaltı yapan, metroya yetiştiği an arkasındakileri düşünmeyen, şemsiyelerle birbiri üzerine kör edercesine yürüyen, yayaların üzerine acımasızca araba süren insanlar kim ? Kendi işini gücünü, ailesini, eşini dostunu bırakıp başkalarıyla uğraşan, hayatını zorlaştıran, güzel olana ayrı kötü, aykırı olana ayrı kötü gözle bakan kim? Birbirine düşman, birbirine fesat bunca insan kim? İçimizden birileri değil mi? Sevdiklerimizden, yakınlarımızdan değil mi? Her gün görmekten bıktığımız, bizi hayattan soğutan bunca "kötü", tanıdığımız hiç kimse mi yani? Sanırım sonunda şehirlerin girişlerine "Dikkat İnsan Var" tabelaları asmak gerekecek. 

Siyah Beyaz


"Vedasız ayrılıklar seyrindeyim
içimde hatıralar siyah beyaz;
bir şiir geçiyor penceremden,
hüznümü azaltıyor biraz.
Kapattım gözlerimi kilitledim,
sırtımı döndüm yalnızlıklara;
kendimi savunurken hayata
büyüdüm senelerce bu yaz"

S.Aksu - N.Göktürk

10 Aralık 2014 Çarşamba

Not Defteri ( The Notebook )

"Öyle özel biri değilim.
Sıradan fikirlere sahip, 
sıradan bir adamım ve 
sıradan bir yaşam sürdüm.
Bana ithaf edilmiş bir anıt falan yok ortada
ve yakın zamanda ismim de hafızalardan silinecek.
ama yine de mükemmel bir şekilde başardım.
tüm ruhum ve kalbimle bir başkasını sevdim.
ve bu kadarı benim için her zaman yeterliydi."

Akbil'e Veda

Canım sarı akbilim. Kimse anlamıyor aramızdaki bağı..Senden neden ayrılamadığımı anlamıyorlar. Zalim dünya seni alıyor benden. Bu yazıyı okuyunca da kesin "deli" diyecekler. Oysa nasıl yazmam ki, seninle beraber binlerce anı da tarihe gömülüyor. Basit bir eşya olabilir misin sen? Herhangi bir varlık mısın yani, kolayca iade edebileceğim? Diyorlar ki akbilinizi iade edin, yerine bedava istanbulkart alın. Yok yeaa. Daha neler. Zavallı bir kart parçası senin yerini alır mı dostum? Ah ulan, ne günlerimiz geçti seninle? Dile kolay 15 sene..Beraber şehrin gezmediğimiz yeri mi kaldı? Binmediğimiz toplu taşıma aracı mı kaldı? Az mı Eminönü'nü vapuruna koşturduk seninle? Peki ya sevgilimle buluşmaya giderken denizotobüsü heyecanımı az mı paylaştın benimle? Otobüsler, metrolar, trenler, motorlar...Neler yaşadık, ne insanlar gelip geçti hayatımızdan tatlım? Unutabilir misin benimle beraber yaşadıklarını? Ah sarı akbilim, dünya değişiyor. Senden kazandıkları para kesmedi, yeni yeni icatlar çıkarıyorlar. "Akbil dönemi sona erdi" haberini içime öküz oturdu vallahi, şoka girdim. Bir baktım insanlar çoktan vazgeçmişler senin akranlarından. O saçma sapan kartları kullanmaya başlamışlar. Vicdansız, nankör insanlar hemen unutmuşlar rahatlığını. Bense seni hiç ayırmadım yanımdan, kart filan da almadım. Anahtarlığımın parçası oldun, şehir dışına çıktığımda bile seninle hiç ayrılmadık. Öyle bağlıyım sana canım benim. Ama yolun sonuna geldik işte. Çok çaresizim dostum ne olur kızma bana. Hem, meraklanma sakın, seni atıp değiştirmeyeceğim. Her zaman anılarımda olacaksın. Ve seni hep saklayacağım. Güle güle kadim dostum. Sarı'm benim güle güle...

8 Aralık 2014 Pazartesi

Kreşe Gitmenin Güzellikleri

Haziran'da henüz 28 aylıkken başladığımız kreş maceramızda hayli yol kat ettik. İlk günlerden beri okula gitmemek için hiç direnmedi kızım, sağolsun beni üzmedi. Tabi ki ilk zamanlar bacaklarıma yapıştığı da oldu, arkamdan ağladığı da oldu. Onu ağlarken geride bırakmak anne için cidden zor. Bahçede beni göremeyeceği yerde bekliyor, ağlaması bitmeden gidemiyordum. Ama hayat bu; bu hayata adapte olması için artık topluma karışma zamanı gelmişti. Hem endişeleri yersiz de çıktı. Bebekliğinden beri insanlarla iletişim konusunda olumlu işaretler veren Deniz, yani benim sosyal böceğim kısa sürede adapte oldu. Yürümek kadar konuşma konusunda da yavaş olan kızım tabi ki ilk aylarda henüz arkadaşları kadar konuşamadığından zorluk yaşadı. Boyu uzun ama konuşması kıt olunca arkadaşları onu anlamadılar. Ama zamanla aldığı ve verdiği sevgi ve sıcaklıkla yuvada mutlu bir çocuk haline geldi. Tabi ben de sayede işine huzurla gitmeye başladım. Çekirdek Yuva çok eski, köklü bir kurum; evimize yakınlığı, yetkililerin ve öğretmenlerin çocuklara olan yaklaşımı, sunulan eğitim programı ve sosyal kazanımları ile bizi tatmin ettiğinden,içimiz rahattı. Aslında henüz 3 yaşını doldurmadığından okula verirken tereddütte kalmıştım. Ama şimdi ondaki farklılıkları ve gelişimini gördükçe doğru karar verdiğimi anlıyorum. Gerçi benim başka şansım da yoktu ama yine de evde bakıcı ile tüm gününü geçirmesindense; yaşıtlarıyla ve öğretmenleriyle sosyalleşebileceği bir ortamda olmasını, topluluk kurallarını öğreneceği, sınırsız faaliyette bulunacağı okulu tercih ederim.
Deniz artık gitgide bilinçlenen, etrafıyla iletişimi hızlanan, bizimle ve evin içinde kendini çok daha iyi anlatan bir çocuk. 
Üç yaşına hızla ilerlediğimiz bu günlerde nasıl hızla büyüdüğünü ve geliştiğini hayretle fark ediyorum. Bir yanım geriye kalan bebekliğinin tadını çıkarmak derdinde, diğer yanım dünyayı keşfetme hızına hayran kalıyor. Kreşe başlayalı henüz 6 ay oldu ve biliyorum ki Deniz'in üzerinde çok güzel etkisi oldu. Artık kendini daha iyi ifade edebiliyor; kelimeleri, cümleleri, anlatabildikleri çok daha fazla. Yemeğini kendisi yiyor; yemeği bitince peçete istiyor ve kendi temizliğini yapıyor. İsteklerini cümle kurarak söylüyor, rica ediyor, teşekkür ediyor, lütfen diyor. Arkadaşlarıyla oyunlar oynuyor, bir sürü oyunlar-şarkılar-etkinlikler öğreniyor. Müzik ve dans onun en hassas noktası.  Sevdiği çizgi filmlerdeki şarkılara çok güzel eşlik ediyor, dansları birebir taklit ediyor,hatta kendi kendince melodiler uyduruyor. Legolarla, boya kalemleriyle ve hamurlarla bir şeyler üretebiliyor. Bebeğine annelik yaparken beni taklit ediyor. Hayal dünyası geliştikçe kendi kendine oyunlar kuruyor ve bizi de içine katıyor. En güzeli de evde öğrendiklerini bizimle paylaşması, anlatmaya çalışması, oyunlarla göstermesi. Bazılarını anlayamasak da ona katılıp iyice heveslendirmeye bayılıyoruz. Bu arada elbette soruları git gide artıyor tabi merakı da :) Cevaplarını almadan asla vazgeçmiyor. İstediği şeyi alana kadar kararlılıkla ve bazen inatla diretiyor. Açıkçası onun pısırık ve köşesine çekilip derdini istediğini içine atan bir çocuk olmasını istemezdim. Bu yüzden bu huyları hoşuma gidiyor. Elbette bizim ona doğru yolu gösterme görevimiz de aynı şekilde önem kazanıyor.  Onun bu gelişimini, sosyalliğini, insanlara, doğaya, hayvanlara olan sevgisini seyretmek muazzam. Zaten ebeveyn olmanın en güzel yanı da bu değil midir? Bir çocukla yeniden büyümek sanırım şimdi iyice anlam kazanıyor. Sabahları komşularla olan iletişimi, neşesi, gördüklerine verdiği tepkiler beni de neşelendiriyor. Kızımla yeniden doğdum, yeniden bebek oldum, şimdi de yeniden çocuk olmanın tadını çıkarıyor ve büyük keyif alıyorum. Elbette zor zamanlarımız, huysuzluklar, tartışmalar da oluyor hayatımızda. Büyümenin sancıları da hayli fazla. Karşılıklı öfke krizleri yaşıyoruz. Annesi olarak çaresiz ve yetersiz hissediyorum, yoruluyorum, sabrım tükeniyor. Ama çok iyi biliyorum ki yalnız değilim. Hayatın tüm koşturmacasında, büyük bir şehirde çocuk yetiştirmek zaten zor ve tüm anne babaların yaşadığı bu hisler normal hatta çok sıradan. Bize düşen tek şey yalnız olmadığımızı hatırlamak ve elimizden geleni yapmaya devam etmek. Sanırım bu yazının ana fikri çok belli, yuva çocuklar için gerekli ve olumlu bir kurum. Büyüdüklerini kabul edip, evden çıkarma zamanı geldi.