11 Mart 2014 Salı

BERKİN ELVAN

Ne kadar kötü bir gün. Yine ne kadar karanlık her yer. Yemek-içmek, gülümsemek her şey anlamsız. Çocuğumu iki kat fazla öptüm bu sabah. "Bu berbat memlekette onu nasıl koruyacağım" korkusu bir yanda, acı çeken bir anneyi düşünmek diğer yanda. Ne çalışmak geliyor içimden ne konuşmak. İnsan eliyle durup dururken kaybolup sonsuza giden bir çocuk var. Ardında kalan sevenleri var. Gencecik bir evlat öldürüldü; kötü, vicdansız insan eliyle. Yaptıkları kötülüğün bile arkasında durmaktan aciz ve ardından kitleleri sürükleyen insanlardan söz ediyoruz. Öfkemiz hiç dinmiyor, giderek artıyor. Gördüğümüzü herkes görsün, cahilliklerine kılıf uydurmasınlar istiyoruz. "HIRSIZ" ve "KATİL" olanların kuklası olmasın kimse, maşa olmasın istiyoruz. Ama olmuyor işte. Kalpleri zihinleri ruhları çürümüş sanki. Batmadan çıkmayacak bu ülke, yerin dibini boylamadan feraha ermeyeceğiz artık. Bugün bir çocuk daha öldü. Acıyı paylaşmaya giden, tepki vermeye giden insanlar hastane önünde saldırıya uğradı. Hastane odalarında yatan hastalar gaz yedi. Tüm bunların bir bahanesi, özrü dahi olmayacakken hala katilleri savunanlar olacak ne yazık ki. Onlar kendilerine ait zannettikleri "din" adı altında küçüldükçe duyduğumuz nefret büyüyecek. Oysa yaşadıklarını zannettikleri "din" i insanoğluna gönderen yüce güç, Tanrı-Allah affetmeyecek hiç birini. Peki biz bunca öfkeyle nasıl yaşayacağız, çocuklarımızı nasıl büyüteceğiz, hayatımızı nasıl sürdüreceğiz. Yanı başında "oy vereceğim" diyebilen bir insanın yüzüne haykırmadan nasıl durabileceğiz artık. 
Ah Berkin keşke o ekmeği almaya hiç çıkmasaydın evden. Nereden bilebilirdin seni korumakla yükümlü bir memurun seni öldüreceğini? Ah Berkin keşke dayanabilseydin, bizi böyle umutsuz bırakmasaydın ardında...Ama kimbilir belki de gerçekten başka bir dünya vardır? Belki bu lanet dünyanın ardına orada mutlu olacaksın, olamaz mı? Belki şimdiden oradan bize gülümsüyor ve "siz de kurtulacaksınız" diyorsundur, olamaz mı? Umarım böyledir, umarım şimdi mutlusundur. Eğer öyleyse bizim için dua et. Bu katillerden kurtulmamız için melekler gönder yanımıza. Biz seni koruyamadık, sen bize yardım et lütfen. Affet...

10 Mart 2014 Pazartesi

Mahalle'm


Mahalle hayatını seven kaldı gerçekten? O büyük dev yapay ilçeleri sevmeyen,istemeyen reddeden kaldı mı benden başka? Sokağındaki taşlara kadar ezbere bilmenin tadına varan var mı? Esnafı ezbere tanıyan, parklarını seven, yıkılan apartmanlara, kapanan dükkanlara hüzünlenen kaldı mı? Komşuluk zaten öldü ölecek, zaten insanlar bir metrekarelik alanda selam vermeden yaşar oldular, en azından ruhu olan ömrün geçtiği mahalle yaşamı bize kalsın.Ben Şehremini'de doğdum. Hayattaki ilk senelerimin ardından önce İçerenköy, sonra da Kozyatağı'nda yaşadım. 32 senem hep mahalle yaşantısı içinde geçti. O zamandan bu zamana şehir değişti. Büyük siteler, dev suni mahalleler kuruldu. İçlerinde parklar bahçeler spor salonları hatta marketleri olan. "Her ihtiyacı karşılar" diye tanıtıldı. İnsanları şehrin "çarşı"larından, eski mahallelerinden uzaklaştırdı. Ama benim mahalle sevgim hiç değişmedi. Olanaklarını, güzelliklerini bilsem de şehrin merkezine uzak dev siteleri sevemedim gitti. Oldum olası apartmandan adım atınca sokağa ulaşmayı, mahallenin içine düşmeyi sevdim ben. Sallana sallana yürüyeceğim, büyük marketlere inat küçük esnaftan alışveriş yapacağım, her köşesini gözü kapalı yürüyebileceğim mahallemde olmayı sevdim.
Mahalle dediğin yerde esnaf çoktur. Kasap, bakkal, fırın, tuhafiyeci, ayakkabı tamircisine kadar her şey bir kaç sokakta dizilmiştir. Herkes kendi işine gücüne bakar. Seni tanırlar, sohbet ederler, geçerken selam verirler. Anıların olur, evin olur, hayatının parçası olur. Tüm bu anlattıklarımı bana düşündüren olay geçen gün gerçekleşti. Mahalledeki kırtasiyeden kızıma oyuncak alırken birden durup düşündüm; ortaokulda kalemlerimi defterlerimi aldığım dükkan değil miydi burası? Yine aynı esnaf değil miydi o günlerde defterlerimi seçmeme yardımcı olan? Şimdi aynı adamdan kızıma oyuncak alabiliyorum. Aradan geçen uzun seneleri düşündüm ve gülümsedim. Evet ben mahalle hayatına aitim. Varsın eskisin sokaklar, dükkanlar ve evler. Alışkanlıklarım gibi onlar da yaşlansınlar ama benimle kalsınlar, razıyım.  Hiç bir zaman sokaklarda oynadığımız senelere geri dönemeyecek olsak bile yine de elimizde kalanı seviyorum. Kıymetini bilelim ki geçmişte birer anıya                                                                       dönüşmesin mahalle yaşamı. Ona ait son kırıntıları özenle                                                                           saklayalım.

Deneme 4

Vakit gece yarısı,yatmadan kızımın odasına girdim. Önce kokusu karşıladı beni sonra yastığına sarılmış minik elleri. Uykudan önce bir doz güzelliğini doldurdum zihnime,
bebek kokusunu içime çektim. Artık yatabilirim. Oysa gecenin en sessiz en ihtiyaç duyulan saatlerindeyim. Sessizlikte ve evin alacakaranlığında zihnimin en yalnız ama en bencil anlarının tadını çıkarmalıyım. Sadece kendimi düşünmeye ihtiyacım var. Sadece kendimle konuşup kimseyi dinlememe ihtiyacım var. İnsan çoluk çocuğa karışınca, zihninden sürekli ev-iş-çocuk vs. geçmeye başlayınca anlıyor kendi değerini. Daha doğrusu kendisiyle yalnız kalabildiği anların değerini. Tuhaf. Oysa ben değil miydim yalnız yürümekten bile nefret eden? "Düşünme artık" dediğin an dinlemiyor ki beynin. Geçmişini, bugününü, geleceğini yığıyor önüne. Eksiklikler, tanımsızlıklar bir yanında, minnet duydukların diğer yanda. 
Engel olamadığın her şeyi kabullenmek en iyisi değil mi? O zaman kendini dinle, kendinle konuş. Bulutlar dağılacak az da olsa. Konuşacak bir şey  bulamadığın olursa eğer, o zaman gecenin sessizliğini dinlersin. Herkes yalnız değil mi aslında? O zaman tadını çıkaralım hadi. Kitap okuyarak, yürüyerek veya sadece loş ışıkta yalnız oturup sessizliği dinleyerek kendimize dönelim. 

9 Mart 2014 Pazar

Kadın Olmak

Kadın yaşamının asla yeterince saygı görmediği bir toplumdur Türk toplumu. Acı ama gerçek. Bu yüzden eşitsizliğin zehir acısı tadını çok iyi biliriz biz kadınlar. Daha çocuk yaşlarda başlar ve hayatın her anında karşımıza tokat gibi çarpar bu eşitsizlik. Eşitsizlğin ve şiddetin bunca hissedildiği bir toplumda Kadınlar Günü'nden söz etmek bir yandan komik bir yandan da çok gereklidir aslında.
Kadın olmayı anlatılmalıdır. Üstelik sadece erkeklere değil kadınlara da anlatmak lazımdır. Önce biz sevmeliyiz çünkü kadın olmayı ve kadın olmanın güzelliklerini. Birbirimizi savunmalı, destek olmalı, arka çıkmalıyız.
Kadın olmak yüksek ökçeli ayakkabılarla gezmekten, her an bakımlı ve fit olmaktan, kapris yapmaktan veya erkek yardımına muhtaç olmaktan ibaret değildir. Kadın güçlüdür. Doğanın ona verdiği "bebek taşımak ve doğurmak"özelliğini taşır.  "Anne"olur ve insan büyütür, sürekli bir vicdan muhasebesiyle yaşar. "Çocuk"olur, bir ömür anne babasına sahip çıkar. "Eş"olur, sevdiği adama aşıktır ama ondan şevkatini,dostluğunu hiç esirgemez. "Kardeş" olur sonsuz fekadardır, "dost"olur dostunun diğer yarısı gibi yaşar, bir adım arkasındadır, vazgeçmez. "İş kadını" olur, erkek egemen toplumda -aklının bir köşesinde sürekli evi ve çocuğu olduğu halde- elinden gelenin en iyisini yapar, mesleğinde cesurdur. Bu yüzden kadın hayranlık uyandırır. Elimizdeki bu güçle ve güzellikle toplumu değiştirme çabasından vazgeçmemeliyiz. Çalışkan,cesur,güzel ve şefkatli olabildiğimizi gösterebiliriz.Her gün ve her adımla. Bu dünya kadın zarifliği kadın naifliği ve şefkatiyle ayakta. Bu bir feminizm yazısı değil,bu yukarıdaki fotoğrafla gurur duyma yazısıdır.
Her eşitsizliğin hakkından gelebilme umuduyla iyi ki varsınız!!!