4 Şubat 2014 Salı

Benim Annem Canım Annem

Git gide sen oluyorum anne; saçlarım, gözlerim, bakışım sen oluyor. Küçükken bakmaya doyamadığım gençlik fotoğraflarındaki kadına dönüşüyorum. Tek fark sen hep daha güzelsin..Sadece yüzüm gözüm de değil,ruhum da sana benziyor artık. Hele ki "anne" olduktan sonra.Evet ben de her şapşal evlat gibi "asıl" değerini anne olunca anladım. Sıkıntılarını, verdiğin yaşam mücadelelesini, emeklerini, yaptığın fedakarlıkları,titizliğini, bana gösterdiğin özeni anne olunca çok daha iyi anladım. Gençliğini, en güzel günlerini bize feda ettin. Her şeyimiz tam olsun diye gündüz okulda akşam evde çalıştın durdun. Çok yoruldun. Ne şanslıyım ki kızımı da sen büyüttün, 2 yaşına getirdin. Gözlerim arkada kalmadan işime gücüme baktım senin sayende. O da senin sıcaklığınla büyüdü, ne güzel. Şimdi Deniz'e ne zaman baksam, senin gibi bir annem olduğu için şükrediyorum. Çünkü seni örnek alıyorum, senin gibi olmaya çabalıyorum. Ne kadar uğraşsam da başaramam belki elimden geleni yapıyorum. Büyüdüm, 32 yaşıma geldim anne. Ama hala sana muhtacım aslında, sensiz bir hayat düşünemiyorum. Hala kokunu içime çekmek bir bebek gibi huzur veriyor,iyi ediyor beni..Bu yaşa geldim ellerin yine üzerimde, ne güzel. Senin desteğin olmasa asla bugünlere gelemezdim, biliyorum. Annem, güzel annem, seni çok seviyorum. İyi ki doğdun, iyi ki benim annem oldun :)

3 Şubat 2014 Pazartesi

2 Yaş Sendromu Gerçek Mi?

Büyüklerimiz "Bizim zamanımızda sendrom filan yoktu, yaramaz veya hareketli çocuk vardı" diyorlar. Haksız da sayılmazlar. Tabi ki nesiller geçtikçe değişen her şey gibi çocuklar da değişti. Bizim küçüklüğümüzde "hareketlendi, laf dinlemiyor" dedikleri, şimdilerde ""2 Yaş Sendromu" adını aldı. Uzmanlar bu dönemin çocuğun gelişimi açısından gayet normal olduğunu söylüyor ve ekliyorlar: "bu dönem bir nevi ilk ergenlik". Çocuklar bebeklikten çıkarken bağımsızlıklarını ilan edip, istedikleri gibi davranmayı keşfediyorlar. Bu duruma da "sendrom" deniliyor :) Biz ebeveynlere düşen ise sabretmek sanırım. Ben de kendi kızımdaki örnekleri verip naçizhane tecrübelerimi paylaşmak istedim.



Deniz'deki Sendrom Belirtileri:
-Hiç yemek seçmeyen çocuk en sevdiği yemeklerde bile sorun çıkarmaya başladı. 
-Önündeki yemekleri fırlatıp atmaya başladı.
-Durup dururken kendince bir şeye öfkelenip sinir krizi geçiriyor. Hiç durmadan ağlama, tiz çığlıklar atma, kendini yerlere atma, ne desek ne yapsak reddetme, eline geçirdiğini fırlatma vs. gibi tepkileri 15-20 dakika sürdürüyüyor. 
-"Yapma" denilen şeyi biz ilgilendiğimiz sürece inatla yapmaya devam ediyor.
-Altını veya üzerini değiştirirken kesinlikle çok kızıyor.
-Özlediği çizgi filmi kapatınca eskiden hiç umursamazdı, şimdi ciddi tepki veriyor.
-Dışarıda sadece kendi istediği yöne yürümek, istediği şeyi yapmak istiyor.

Peki biz anne babalar bu duruma karşı neler yapabiliriz:
Önce sakin ve sabırlı olmayı öğrenmemiz gerekiyor ki kabul edelim bu hiç kolay değil :) Kriz geçirdiği anlarda onunla ilgilenmeyip sakinleşmesini beklemeliyiz. İnat ettiği şeyi elinden almak yerine dikkatini başka yöne çekmeye çalışmalıyız. Evet bazen bizler de delirebiliriz, sesimiz yükselebilir ama bunun da dozuna dikkat etmek lazım. Çünkü bağırmak malesef sonucu değiştirmeyecek. Çocuğa bağırmak hem ondaki stresi arttırır hem de bizde sonradan duyacağımız vicdan azabına sebep olur. Malesef stres altında benim de kızıma bağırdığım oluyor ve sonradan bu beni çok üzüyor. Çünkü karşımda 2 yaşında ve henüz konuşamayan, derdini anlatamayan bir varlık var. Hayattaki her şey onun için yepyeni ve her daim sığındığı anne-babasının sabrını hak ediyor. Sonuç olarak bu durum çocuklarımızın bireyselleşmeye başlaması anlamına geliyor ve kızıp öfkelenmek yerine, normal bir gelişim gösterdiği için sevinmeliyiz aslında.
Tüm anne babalara,en çok da henüz kendini ifade etmekte zorlanan kuzucuklara kolay gelsin...

Ali İsmail Korkmaz

Sadece  o değil, başka çocuklar da yitip gitti malesef. Gözümüzün önünde yok edildiler. Gezi'nin umut dolu yüzleri kendilerine "insan" diyen yaratıklar yüzünden soldular. Fakat nedense bizleri en çok etkileyen "Ali" oldu. Onun çocuk gülümsemesi hepimizin içine işledi. Genç, pırıl pırıl, tertemiz bir çocuktu "O". Ailesinin kuzusu, arkadaşlarının Ali'si hepimizin arkadaşı, kardeşi, oğlu oluverdi sanki. Gülen gözleri Gezi Park'ı deyince ilk aklımıza düşen, zaman zaman bizi yıldıran ama en çok da umut verenlerdendi. Sadece demokratik hakkını kullanmıştı Ali. Anayasanın ona verdiği hak ile, Atatürk'ün miras bıraktığı ödev bilinci ile haksızlıkalara karşı durmak için sokaklardaydı. Ama tahammül edemediler. O'nu biber gazından kaçarken saklandığı sokakta bir grup yobaz insan müsveddesi döverek öldürdü. Elinde hiç bir silah bulunmayan 19 yaşında bir çocuğu "durun, yapmayın" yalvarmalarına rağmen dövmeye devam ettiler. Hiç biri insan değil gözümüzde. Ne bu işi bizzat yapanlar, ne sığındığı doktor, ne arkasından saçma sağan konuşabilen yetkililer. En çok kanımızı donduran ise onu tedavi etmekle yükümlü doktor. Zamanında tedavi etmedi Ali'yi ve belki yaşama şansını göz göre göre aldı. Şimdi "Ali" ve ölen diğer gençler için ayakta durma, isimlerini unutturmama zamanı. Susmadan, bıkmadan, unutmalarına izin vermeden ALİ İSMAİL KORKMAZ demeye devam etmeliyiz. Katilleri en küçüğünden en büyüğüne yargılanmalı, cezalandırılmalı. Onlar hak ettiklerini önce bu dünyada gözlerimizin önünde bulmalılar ki diğer dünya için bir umut olsun. Gencecik insanların hayatlarını ellerinden alamazlar. Alırlarsa da büyük bedeller ödeyeceklerini görmeliler. Yoksa çocuklarımızı nasıl "geleceğe güvenli" olarak büyütebiliriz. Bu ülkenin esnafına, polisine, doktoruna nasıl yeniden güvenebiliriz? 
Ah Ali, güzel çocuk..Keşke yanımızda olsaydın...Sensiz hep eksik kalacağız. Umarım "ikinci bir dünya" gerçektir. Gerçekse bu dünyadan çok daha güzel olsun ki, tüm hayallerini orada gerçekleştir ve gülmeye devam et.