14 Ocak 2014 Salı

Olmaz Demeyin Oluyor

Ev kazaları meşhurdur memlekette. Hele ki kazaların özneleri çocuklarsa. Basit kazalar neyse de çok talihsiz kazalar tüm acemi anne-babalar için gerçekten korkutucudur. Bugüne kadar kendimi çok titiz çok dikkatli tanımladığımdan "benim başıma gelmez" diyordum. Oysa ki büyük saçmalamışım. Bir ebeveyn için her an yeni bir maceradır. "Benim başıma gelmez" cümlesi çok komiktir çocuğu olan insana. Her ne kadar onu korumak için deli gibi çaba göstersek de, elimizden gelen önlemleri alsak da yine de "civa" gibidir çocuklar. Ne olduğunu anlamadan başlarına iş getirebilirler. İşte biz de geçenlerde annemin evinde kahve yaparken küçük de olsa bir kaza yaşadık. Küçük cadımın boyu bizim evdeki tezgaha erişemiyor. Biraz bundan mı yanıldım bilmiyorum. Aniden yanımda bitip aman dur diyemeden elektrikli ocağı elledi. Sanırım bu tür durumlarda sakin olmak şart. Onu hemen musluğa götürüp 15 dak. soğuk suya tuttuk parmaklarını. Sonrasında da kremler vs. 1. derece yanıktı ama 23 aylık bir bebeğe gel de bunu anlat. Ağlaması da benim vicdan hesaplaşmam kadar uzun sürdü. Hafif bir virüs enfeksiyonu da geçirdiğinden zaten doktora gidecektik. Onu da gösterdik. Yapılması gerekeni yapmışız neyse ki. Aslında acısı çok sürmedi ama bilmediği bir şeyi yaşadığından çok sarsıldı. Olayın şoku ilk gün geçerken 2. ve 3. gün sanki sorumluluğu almışcasına bir eliyle diğerini tutuyor, tutmasa da o eliyle çok az şey yapmaya çalışıyordu. Benim kalbim burkulmaya devam etse de bir yandan bu kadar basit bir şeye üzülmenin yersiz olduğunu da biliyordum. Üzülsek de yaralanmadan büyümeyeceğini biliyorum. Düşecek, hastalanacak, üzülecek ve böyle büyüyecek. Yeter ki ciddi hastalıklar büyük kazalar yaşamasın. Bu olay hepimize dersler verdi. Küçük kız ocağa dokunmaması gerektiğini öğrendi. Bizlerse daha dikkatli olmayı, en kısa sürede ilk yardımı öğrenmemiz gerektiğini. Hasta olduğu günlerin tek iyi tarafıysa kucağımdan inmeyip kedi gibi şefkat istemesiydi. "Eyvah huyu değişecek" kaygısı taşımaya vakti olmayan çalışan bir anneyim. Tadını çıkardım tabi. Ah kuzum bir an önce konuşup derdini anlatsa, neyi olduğunu ifade edebilse. Sanırım hastalıklarda en çok duyduğum ihtiyaç onun konuşması...
                                             "Elimi bir yere değdirmeyeyim de iyileşsin"
                                                "Su toplayan yeri koparmayaydım iyiydi :("
                   "Zaten parmak uçlarım yaralandı bir de hastayım diye kanımı alıyorlar yeaaa"





Yara

İnsanın yarası neredeyse kalbi orada atar derler ya,
peki ya yaran kalbindeyse? 
O zaman bedenin bütünüyle sızlar!!! 
Boş, ruhsuz ve masum maskeli hastane odaları, 
geceleri daha çok ürkütür, 
sokağına-evine-yatağına hasret bırakır. 
O sessiz odada uyanıp yalnız hissettiğinde veya
ameliyat sedyesine uzandığından aklından geçenler senindir. 
Tamamen senin. 
Kalbin ve ruhun o düşüncelerden geçenlerdir. 
Sevdiklerini ve yaralarını düşünürsün ilkin. 
Hayatın onlardan ibaret olduğu çarpar yüzüne. 
Öfkelerini, kırgınlıklarını çöpe atar,
her şeye rağmen bir gülümsemesine hasret duyduğun insanları 
tek tek parmaklarına eklersin.Parmak uçlarına.
İşte şimdi de parmak uçlarında atıyor kalbin. 
O parmakların ait olduğu insanları seversin. 
O son ana dek seveceğini bilirsin. 
Belki onlar da bilirler sevdiğini belki akıl sır erdiremezler. 
Yine de aynı bakarsın bir ömür. 
Bilirsin, bakışındaki sevgi yaşlanmaz. 
Hayat kabullendiğin duygularla ödüllendirir seni.
Ruhun feraha ancak öyle çıkar, 
kuşlar gibi özgürdür acıların şimdi.
Kendi kalbine savaş açma hiç, kaybedersin. 
Kaybettiklerin ilk önce kendi duyguların olur
yazık olur :)