25 Ekim 2013 Cuma

Çocuk = Vicdan

Sanırım Sezen Aksu'nun sözüdür "annelik bitmeyen bir vicdan azabıdır". Çok severim çok iyi anlarım. Üstelik henüz tecrübesiz 21 aylık anne olarak. Daha karnındaki varlığını öğrendiğin an beliriveriyor vicdan. Halihazırda mevcut olan öz vicdanından bambaşka bir varlık gibi büyüyor. Yediğin içtiğin her şey, okuduğun satırlar, izlediğin filmler, soluduğun hava bile o vicdanın onayından geçiyor önce. Doğduktan sonra da hızla büyüyor ve aslında vicdanınla olan mücadele hiç bitmiyor. Kızımla olmadığım her anda, iş dışında onsuz yaptığım her şeyde vicdan sazı eline alıyor. Uzağındayken çok sık "şimdi onunla olmalıydım" derken buluyorum kendimi. Babasıyla baş başa bir yere gitsek konu her zaman O'na geliyor, kendimizi onu özlerken buluyoruz. Onu büyütürken aldığım kararlarda, ona karşı davranışlarımda "ya yanlışsa" diye kendimi sorguluyorum. "Ona nasıl ne şekilde" kızmalıyım, yanlışını nasıl öğretmeliyim diye soruyorum. Onu hayata hazırlarken şımartmaktan korkuyor bir yandan da hiç üzmek istemiyorum. Bunun mümkün olmadığını bile bile üstelik. Yani kızım artık benim vicdanımın vücut bulmuş hali :) Çünkü ne okusam ne görsem neyi izlesem onun varlığı vicdanımı etkiliyor artık. Çocuklar daha muhtaç gözümde, yaşlılar daha acınası,dünya daha korkunç ve tehlikeli, ülke desen içler acısı halde. Gazete okuyamaz, haber izleyemez oldum artık. Çünkü duygusal sınırlarım yer değiştiriyor, daha büyük depremler yaşıyorum olumsuzluklarda. Evet evet eminim; çocuklar her şeyimiz oluyor ya, en çok da vicdan...

21 Ekim 2013 Pazartesi

Antalya'da Tatil ve Organik Hayat

Bu sene hem şanslı hem şanssızdık. Şanslı olmamızın sebebi hem Eylül'de hem Ekim'de birer hafta Antalya'da geçirdik. Şansızlığımızsa Eylül'de aile boyu hastalanmamızdı. Özellikle Deniz'in ilk kez ciddi kusma ve ishale sebep olan mikropla mücadelesi bütün evi ve tatili etkiledi. Hani derler ya "ona gelen bana gelsin" diye. Biz yetişkinler için daha kolay. Henüz derdini anlatamayan bir çocuğun hasta olması çok üzücü oluyor. Antalya Memorial Hastanesinin çocuk acili çok başarılıydı. İyileşme sürecini kolay atlatmamıza çok yardımcı oldular.
Sonuç olarak Eylül'de Deniz kızımızı deniz ile buluşturduk. Ama sonrası gelmedi. Daha çok dinlenerek ve bahçede oynayarak geçti günler. Ama asıl önemli olan da şehir yaşamından uzak geçirdiği anlardı zaten. Ekim'de bayram tatilinde hastalıktan uzak daha güzel daha neşeli günler geçirdik. Deniz Ekim ayında denize girdi. Suyu ve denizi çok sevdiğini iyice anlattı bize. Öyle ki korkusuzca denize doğru yürümek istedi. Suyun ona göre soğuk olduğuna karar verip onu plaja tekrar götürmeye çekindik. Malum plaja gidersek denize girmesine engel olmak çok zor olacaktı. Ama neşe içinde ellerini ayaklarını çırpması bizi çok mutlu etti. Seneye kolluklarla yüzmeye başlarız sanırım. 
Geçen sene henüz sepette taşınan minik bir bebekti Deniz kızı. Bu sene toplamda 3 haftaya yakın zaman geçirdiğimiz Antalya'da hafızasında yer etmeyecek olsa bile onu çok keyiflendiren günler geçirdik. Ardı arkası kesilmeyen ilkler yaşadı ufaklık.
Eşsiz Konyaaltı plajında taşlarla oynadı, denize girdi. Kaleiçi'nde, Karaalioğlu Parkında özgürce dolaştı ilk dondurmasını Maraş dondurmacısının çok sevdiği külahın içine saklaması suretiyle yedi. Bayramda akraba ziyaretlerinde bulundu ve el öpmeyi öğrendi.
Ceren ve Bekir'le oynayıp sosyalleşmeye gördüğü tüm çocuklara gülerek koşmasıyla, iletişime girmeye çabalamasıyla devam etti :) Çakırlar'da gözlemeci teyzeye yardım edip ilk kez hamur yoğurdu, balıkçıda kendi balığını seçmeye ısrar etti, kahvaltıya gittiğimiz at çiftliğinde atlarla tanıştı, birkaç dakika da olsa minik poni'ye bindi, şehirden uzak dede evinde koyunlar, kuşlar, keçiler, kurbağalar, karıncalarla tanıştı. Gördüğü her hayvanı hayretle karşıladı. Bahçede özgürce gezdi, zeytin, limon ve nar topladı mesela, yapraklarla oynadı. En çok kozalakla ve çam iğneleriyle oynamayı sevdi. Toprağa elleriyle dokundu, etrafa savurdu en çocuk haliyle. Yediği yoğurt-tereyağı-yumurta köyden, sebzeler-meyveler-zeytinler kendi bahçemizden olunca tatil organik yaşama döndü. Henüz 21 aylık ama dalından meyve koparmayı bile öğrendi ufaklık. Biz de onu bu anlarını deli gibi fotoğraflandırırken bir yandan ne kadar mutlu olduğunu görüp bir yandan İstanbul'da bütün bunlardan ne kadar uzakta olduğunu düşündük durduk. Onu çok sık buralara getirmemiz gerektiğini bir kez daha anladık; doğayı sevmeye devam etsin hep içe içe olabilsin diye.     
                
               
              

              
             
               

                     
                    

Sayılı günler hızla geçerken Deniz kızı anneanne-dede, büyük dayı, teyze, yenge, kuzenler derken giderek şımardı. Bizimle yatmak istemeler, uyumaktan kaçmalar, merdivene veya yasak olan yerlere çıkmaya çalışmalar derken yediğimiz içtiğimiz her şeyi eritecek kadar koşturdu peşinden. Ama çocuk da haklıydı tabi kendine göre. O da tatildeydi ne de olsa. Mangal'da bile bize eşlik edecek kadar iştahlı olduğundan için değişik tadları öğrenmesine azar azar da olsa izin verdim. Ama tatlıyı hala yemiyor çünkü bilmiyor. Çok az tadına baktığında bile anlamıyor henüz. Bu konuda elimden geldiğince yasak koymaya devam edeceğim. Bunun dışında koşarak yürüme, basamaklara çıkabilmek gibi gelişmeler gösterdi tabi. Hareketleri temkinli de olsa takılıp sehpanın köşesiyle alnını delmeyi başardı mesela. Bol bol düştü kalktı. Elleri çamurlandı, üstü başı sokak çocuğuna döndü. Kelime dağarcığı gelişti. Bildiği renkler, hayvanlar ve ağaçlara yenileri eklendi. Denizce dilini özellikle bayağı ilerletti kerata :) Yine de teknolojiden tamamen uzak durmadı. Kurtarıcı Pepee ve basit oyunları sayesinde biz de nefes aldık elbet. Ama ipad'den fotoğraflara bakarken kendini görüp bebekçe "Deniz" demesi çok güzeldi. Ha bu arada 5-6 dakika boyunca uzun uzun "anne" diyerek yine ağzıma bir parmak bal çaldı. Çünkü bir daha o sihirli kelimeyi duyamadım :( 
Dolu dolu geçen günler sırasında Deniz kızının anne babası büyüklerin varlığı sayesinde bir kaç ufak kaçamak yaptı tabi. Baş başa şehirde en sevdiğimiz yerleri yürümek, Leman Kültür'de tıka basa yemek, Çaltıcak koyunda denize girmek ve Özkan'ın senelerdir görmek istediği Termessos'a çıkmak gibi. Çıkmak derken şakası yok 9 km araba ile olmak üzere 1500-2000 mt'ye çıkıp keçiler gibi tırmandık. Alışkın olman biz şehirliler için zor ve endişe doluydu. Çıktğımız tepeden dönerken patikalar birbirine girdi ve kısa süreliğine de olsun kaybolduk. Ama olsun tüm yorgunluğa rağmen zirvedeki manzara ve içinden geçtiğimiz doğa için değerdi. 
  
                                   
  
                                    
   
Eylül ve Ekim'de Antalya hikayemiz bu senelik bu kadardı. Hiç bitmesin hep çoğalsın Antalya gezileri, keşifleri. Önümüze oralara kaçmak için fırsatlar hep çıksın. Çünkü Şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel şehridir.