19 Temmuz 2013 Cuma

Basit Hikaye

Küçük kız arabada oturuyordu. Sıcak yaz gününde cam sonuna kadar açıktı.
Boyu yettiğince etrafına bakarken onu gördü. Güzeldi. Sadece,basitçe güzel'di.
Gözlerinin ve gülüşünün rengini hayatı boyunca unutmayacaktı. 
"Güzellik" onun için hep böyle bir tanım olarak kalacaktı. 
Seneler geçti, küçük kız büyüdü. 
Büyürken adım adım hayatının her döneminde, 
basit, kimsenin bilmesini istemediği gizli güzelliğin peşinden koştu.
Kenara köşeye saklanmış,sıradan olan ayrıntıları "güzel" buldu hep.
Anne baba şevkatinde,
bir çift gökyüzü mavisinde,
Abisinin güven dolu bakışlarında,
kardeşinin gülüşünde,
sevdiği adamın büyük gözlerinde, 
yavrusunun parmaklarında,
efkarlı bir şarkının notalarında, 
eski bir defterin sayfalarında, 
ince dar bir sokağın kaldırım taşlarında,
İstanbul'da bir sahil kahvehanesinde,
Ege'de bir kasabada,
Akdeniz'de saklı bir koy'da,
en çok da mavi denizlerde....
Herkes'lerden sakladığı yüzlerce, binlerce ayrıntıda "güzel"e düştü gönlü.
"Güzellik" uğruna sevdalandı durdu yazılara, seslere, sokaklara,
en çok da insanlara.
Bıkmadan, bıkmadan, bıkmadan...

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Ağlayabilmenin Dayanılmaz Hafifliği

Bunca seneden sonra bir gün "Biz seninle neden birbirimize ağlayamadık?" diye soralı çok da uzun zaman olmamıştı. Kendimizce cevaplar bulmuştuk ama hemen o cevapların ardı sıra ağladık birbirimize. Doya doya. Beraber büyüdük neredeyse ama hiç görmemişti beni ağlarken biliyorum. Hoş ben kime ağlayabildim ki bugüne dek, sevdiğim adamdan başka?? Hep uzak durdum ağlamaktan. Herkesin ağladığı cenaze gibi ortamlar dışında ne filmler ne kitaplar ağlatabildi beni.Suçlu hissetmekten sanırım. Hiç mi bizi ağlatan arızalarımız olmadı 30 senede. Hastalıklar, ayrılıklar, vedalar veya cenazeler görmedik mi. Bunlar olmadan, bunlar yokken ağlamak daha güzel değil mi hem? Ağlamak için büyük sebeplerimiz olmasın aman, olmadıkça da ağlamak nankörlük mü deyip durdum hep. Ne büyük hataymış. Sebepsiz yere bile insan ağlamak için fırsat yaratmalı hatta.İster alkol yardımıyla ister başka bir yolla..Ağla ağla ağla...Arada sırada kanayan eski yaraları temizle, eski acıları anımsa, acının sessizliğine inat ağla işte. Ağlayınca doya doya ferahlarsın, için temizlenir..Ama dur bir dakika, yalnız ağlamak değil sözünü ettiğim. Yorganların altında, yalnız dört duvar arasında değil. Birinin yanında ağlamak. Ama ne ağlamanı ne de neye ağladığını sorgulamayacak, yargılamayacak birinin yanında. Zaten herkesin yanında yapamazsın, olmaz. O berbat suratla yanında olmaktan huzur duyabildiğin kişi doğrudur sadece. Hem beraber ağlamak daha da yakınlaştırmaz mı insanları? Kalbin kadar, yüzün kadar yakın olduğun birine bile daha yakın hissedersin inan bana. "O yüzden sensin O. Hep sendin zaten. Ben kendimi bildiğimden beri tüm mühim anılarımda sahnedesin. Bazen baş rolde bazen figüran da olsan sen hep sahnedeydin. Seneler sonra bugünü yine senin sahne aldığın gün olarak hatırlayacağım. Sağol..Hep sağ ol sen. İlk sarhoşlukta yanımda olduğun için, beni doya doya ağlatabildiğin için"..

14 Temmuz 2013 Pazar

Çocukluğumla Sohbet

Çok tuhafım bugün. Aslında tüm gün yalnız olmalı, dün'ü düşünmeliydim. Ama olsun. Biliyorum ki bir süre orada o zamanda takılı kalacağım zaten. 
Seneler önce içimde dağ olup üzeri öfkeyle kapanmış acı, istediğim ama bu kadarını tahmin edemeyeceğim şekilde çıktı gün yüzüne. Hayatımda ilk kez şarap sınırını aşıp, şehrin en huzur veren balkonunda çocukluğumla oturdum dün. Çocukluğum tam da yanımda olması gereken kişiydi. İstediğim, ihtiyaç duyduğum şeyi bana yine sakince dünyanın en tatlı sofrasında sunuyordu. Yüzünde benim konuşmamı beklediğini söyleyen ifadeyle konuşuyor, anlatıyordu. Kilitli kutunun açılması için gerekli olan bir başka sihir müzikti. Utanarak sakladığım o şarkılar aslında beni anlatıp duruyordu. "Hadi" diyorlardı bana bağıra çağıra. "Çocukluğun var yanında işte. Durdurma kendini..." Nereden hangi sözcükten hangi kırgınlıktan başladım bilmiyorum ama şarabın konuşmamı nasıl değiştirdiğini hissediyordum. Kırık sözcüklerimle daha yavaş ama yine de zor anlaşılırdı dil'im..Konuştum çocukluğumun gözlerinden yine kaçarak. Kurduğum cümleleri kontrol edememeye başlamıştım. Bir süre sonra cümlelere göz yaşları da eşlik etmeye başladı o en iç acıtan şarkıyla beraber. Duyduğum satırlar beni içten içe kaç senedir ağlatmıyormuydu zaten. "....kendimi savunurken hayata büyüdüm senelerce bu yaz...." Hayatımda ilk kez gerçek anlamda ne konuştuğumu duymuyordum. Sanki ben yanıbaşımda kendimi seyrediyordum. Ağzımdan çıkanları duymuyordu kulaklarım. Hatta o kadar ki bazı cümlelerin ardından "bunu söylemedim değil mi, sadece aklımdan geçirdim" diye şaşırıyordum. Zehir aktıkça gözyaşlarım da akıyordu. Aslında o zehir bir kez akmaya başladıysa tamamdır. Kanında bedenini gezmesinden iyidir. Senelerin tozu dumanı çıkıyordu içimden. Hayalkırıklığı denilen acı üzerinden geçen uzun seneler, aşık olmak ve anne olmaktan sonra bile "yaram"olarak gizlenmeye devam etmiş meğer. Meğer artık kendimle bile konuşmuyormuşum. En yakınlarımın bile anlamayacağına emindim oysa. Çünkü dünya "sevgiden korkan" insanlardan oluşuyordu. Herkes korkardı büyük sevgilerden. Dünyadaki en güzel duyguyu şekillere sokmak isterlerdi. O yüzden susuyordum. Ta ki dün geceye kadar. Az da olsa tedirgindim ama o güzel şarap, o güzel balkon,çocukluğumun o güzel gülümseyişi  bana cesaret verdi işte...Konuştum ağladım, ağladım konuştum...Yeterince hatırlayamasam da kapıyı açabildiğimi biliyorum artık. Çocukluğumsa benim ona bakamadığım kadar yüzümden ayırmıyordu gözlerini. Üzülüyor, öfkeleniyor ama en mühimi beni anlıyor, yargılamıyordu. Neden şaşırıyorsam buna? Bu yüzden onu herkesden çok sevmiyormuyum sanki. "O" yine bana kişisel tarihimizin en özel en hırpalanmış anlarını armağan ediyordu..Kendimi ona teslim etmekten mutlu avuçlarından avuçlarıma geçen güçle uykuya daldım. Gözlerimi yumalı zaten çok olmuştu..Gözlerim kapalı da olsa dünya dönüyor, döndükçe ben parmaklarımı çocukluğumun parmaklarına kenetliyordum...