11 Şubat 2012 Cumartesi

Kızımı Beklerken

26 Haziran günü öğrendim meleğimin varlığını. Planlı bir gebelik olmasına rağmen yine de hayretle ve büyük bir şaşkınlıkla karşıladım. Hani insan ilk anda hiçbir şey hissedemez ya... Donup kalmıştım sanki. Henüz hiçbir şey hissedemediğim o ilk günleri atlatıp doktora gittiğimizde, O'nu ilk kez gördüm. Birkaç cm2'lik ufaklık karnıma yerleşmiş, sımsıkı tutunmuştu. Kalp atışlarını duyduğumda gerçekliğine daha da inandım ve onun bana tutunduğu kadar ben de ona tutundum. Benimkinden daha hızlı atan telaşlı kalbiyle "O" bizim yavrumuzdu. Varlığına inandığım an, daha önce hiç sahip olmadığım bir irade ortaya çıktı. Yediklerim, içtiklerim, yapmamam gereken herşeye kolaylıkla alışmıştım ve hiçbir zaman diyet konusunda iradeli olmayan kendime çok şaşırıyordum. Her adımda onu düşünüyor, onun için ve ona göre davranıyordum daha ilk günlerden...
Yaklaşık 12. haftaya kadar sabah bulantılarım sona erdi. Hiç şikayetçi olmadım o bulantılardan. Meleğimin varlığının sağlamlaştığını anımsatıyordu bana. İlk zamanlarda doktor kontrolleri öncesi çok endişeli hissediyordum. Ama testlerimiz güzel geçiyordu. Zamanla rahatladım ve sakinleştim. Uykular, yorgunluklar geçerken 21. haftada, ilk kez kıpırtısını hissettim. Henüz çok erken olduğunu söyleyenlere inat, ben kıpırtıların yavrumdan geldiğine daha ilk anda emindim. Kelebek kanatlarının çırpınışı gibi veya bir mısır tanesinin karnımda patlaması gibiydi. Sanki "buradayım anne" diyordu meleğim. Babasının bu kıpırtıları kıskanması çok uzun sürmedi çünkü bir süre sonra elleriyle o da hissetmeye başladı. Bundan sonrası bambaşka bir keyifti ikimiz için de :) 

Hızla geçen haftalar ile birlikte karnım iyice büyümüştü. Özellikle 25. haftadan sonra hızlandı büyümesi. Taklalarını hissediyor, keyifleniyordum. Artık onun küçük bir kız olduğunu biliyorduk. Küçük kızımız ultrason görüntüleriyle bize poz veriyordu. Artık bütün bir ayı onu göreceğimiz günü bekleyerek geçirir olmuştuk. Tabi bu arada onun ihtiyaçlarını almak, odasını hazırlamak çok güzeldi. Herşey güzel olsun diye çabalıyor, zaman zaman odasına girip eşyalarını seyrediyorduk. 
Bense gitgide daha sabırlı daha sabırsız olmaya başlamıştım. 6. ayın sonunda artık kocaman karnım ve başını, poposunu karnıma dayayan, onunla konuşmalarımıza tepki veren bir kızımız olmuştu. Günler hem sabırsızlıkla hem tadını çıkararak geçiyordu benim için. Son üç ay bir yandan onun karnımdaki varlığını doğumuyla özleyeceğimi düşünüyor bir yandan da kaygılara yenilip bir an önce ellerimle tutup, kokusunu duymak için sabırsızlanıyordum.
Zaman bir yandan çabuk bir yandan yavaş geçiyordu. 8. ayda odasını tamamen hazırlamıştık. Özkanla birbirimizi sık sık kızımızın odasında yakalıyorduk. Orda olmak keyif veriyordu. İnsanın gözünün önüne yüzlerce hayal geliyor onu bekleyen eşyaları seyrederken. Bedenim ağırlaştıkça gezmek dolaşmaktan çok evimde dinlenmeyi tercih etmeye başlamıştım.
Bir kez diş sorunu bir kez de grip olmak dışında hamileliğim rahat geçti diyebilirim. Ufak tefek rahatsızlıklar tabi ki oldu; reflü gibi sırt ağrıları gibi. Ama bunlar işin tuzu biberi. Önemli olan ufaklığın iyi beslenmesi, sağlıkla büyümesi. Sanırım annelik içgüdüleri bende çok erken devreye girdi.
Şimdi 9. aydayım. İzne ayrıldım, evde bol bol sessizliğin tadını çıkarıyor, hayaller kuruyorum. Tabi bu dönem yanımdam hiç ayrılmayan annemle. Annem nerdeyse bir bebek gibi ilgilendi benimle aylardır. Bir yandan Melek anne, babam ve tabi Özkan...
Hepsinin desteği benim sağlıklı bir hamilelik geçirmemde son derece önemliydi. Özkan neredeyse tüm ev işlerini öğrendi, sırt ağrılarım için masajlar yaptı. Eğilemez olduğumda ayakkabılarımı giydirdi, yapabileceği her yardımı yaptı. Nerdeyse benim kadar kızımızla konuştu sohbet etti. Harika bir baba olacağını daha şimdiden kanıtlatı. Diğer yandan yakın arkadaşlarımın varlıkları da bu dönemde gerçekten çok önemliydi. Duaları, sık ziyaretleri, dışarı çıkmak istemeyişme gösterdikleri anlayış, aldıkları ciciler vs...İyi ki varlar. Umarım zamanı geldiğinde karşılık verebilirim hepsinin desteklerine.
Şimdi yavaş yavaş bu çok ilginç ama çok özel sürecin sonuna yaklaşıyoruz. Sonuna yaklaştıkça artan sabırsızlık bir yana hamilelik dönemini özleyeceğime de eminim. Kızımla sadece bize özel dünyamız artık herkese açık olacak. Biraz kıskanıyor gibiyim sanki. Ama onu görmek koklamak sevmek isteğim de çok artıyor ve doğacağı günü iple çekiyorum. Bu satırları yazarken 36 hafta ortasındayım. Ufaklık her an bir süpriz yapar diye hastane çantama kadar hazırladım. Her günü sessizlik içinde geçirmeye çalışıyorum. Her ne kadar bir süre eve kapanacağımı bilsem de bu soğuk kış günlerinde sokağa çıkmak içimden gelmiyor. Dünyam tamamen değişmeden kendime vakit ayırmak daha iyi geliyor sanki. Küçük kızım "Deniz Zeynep" baharın müjdesi gibi gelecek inşallah ve bize bambaşka bir dünyayı hediye edecek.

En Heyecanlı Geri Sayım

Bugün günlerden 11 Şubat. 
Hayatımın en heyecanlı en telaşlı ama bir o kadar da sakin geri sayımı bugün başladı:
Kızıma kavuşmam için son 10 gün, 
Hiç bilmediğim bir dünyaya adım atmak için son 10 gün, 
"Anne" olmak için son 10 gün, 
Dünyaya bir insan yavrusu getirmek için son 10 gün, 
Sonsuz sorumluluk duygusu için son 10 gün,
Dünyanın karşılıksız en büyük sevgisini hissetmek için son 10 gün...
Dualar, dilekler ve hayallerle geçecek son 10 gün...

5 Şubat 2012 Pazar

Güzel İstanbul

Biz İstanbul'lular; günlük telaşlar arasında her sabah kaybolup gidiyoruz. İşe yetişme kargaşası, berbat trafik, hiçbir işimize veya özelimize yetmeyen haftasonları yüzünden çoğu zaman öfke içinde İstanbul'a söyleniyor, İstanbul'a kızıyoruz.
Ey Şehr'i İstanbul, senin ne suçun var ki? Milyonları taşırken sokaklarında, caddelerinde senin bunca öfkedeki payın ne?
Bu eşşiz şehir ne bizim öfkemizi, ne onu gitgide mahvetmemizi hakediyor. Oysa hergün üzerinden geçtiğimiz köprüden bir kez başımızı kaldırıp boğaza baksak,sahil yolundan geçerken denizi seyretsek birkaç dakika, meydanlarında yürürken adımlarımızı birazcık yavaşlatsak veya gökdelenlerinde geçen iş saatlerinde uzaktan şehre biraz baksak...Her gün sadece bir kez güzelliklerini farketmeyi denesek...Üzerimizdeki ağırlıklardan, öfkelerden sadece birkaç dakikalığını uzaklaşsak. Bütün bir ülkenin, milyonların hergün imrenerek düşlediği bu dünya güzeli şehri farketsek. Alışveriş merkezlerinde veya anlamsız caddelerde geçirdiğimiz zamandan birazını tarihi meydanlara, sahil yollarına, boğazın eşssiz mahallelerine ayırsak...Ayda bir kez en azından turist gibi gezebilsek İstanbul sokaklarında...Belki bu şekilde dünyanın en güzel şehrinde yaşadığımızı farkeder, mutlu olabiliriz.
İstanbul'a hakettiği değeri, özeni ve sevinci vermeyi denesek???