3 Ekim 2012 Çarşamba

Antalya ve Deniz'in İlk Tatili

"Şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel şehridir" K. Atatürk.
18. yaşımdan  beridir her yaz hiç kesintiye uğramadan Antalya'da tatil yapma fırsatım oldu. Önce anne babamla, bazen abimlerle sonra da Özkan'la. Bu sene ise kızmız Deniz'i bu cennet şehirle tanıştırma fırsatı bulduk. Bizim için Antalya tatilleri her zaman Eylül ayının ikinci yarısında geçmiştir. Okullar açılıp, herkes evlerine döndükten sonra. Hava hem sıcak hem ılık, plajlar boş ve sakinken Antalya en güzel günlerini yaşar. Hoş Antalya Atatürk'ün deyimiyle gerçekten dünyanın en güzel şehri...Her mevsim güzeldir eminim. Fırtınalı yağmurları, iki ay süren cehennem sıcakları da gülün dikenleri olur olsa olsa.
Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke ama içinde yedi km'lik sahil şeridi boyunca tertemiz, yosunsuz, kayalıksız deniz barındıran tek bir şehir var, Antalya. Sırf bu özelliğinden dolayı bile Antalya çok özel ve eşsiz. Gittikçe gelişen, tüm büyük şehir özelliklerini barındırmanın yanı sıra Türkiye'nin bence en modern şehri aynı zamanda. Bunun dışında en fazla 3-4 saatlik mesafelerde gidilebilecek cennet kasabalar, koylar, denizler var. Bence Antalya'lılar çok şanslı. Her daim tatil havasında, her türlü şehir imkanı ile huzur içinde yaşıyorlar. Yılın beş ayı eşsiz denizinde yüzmek, plajlarında keyif yapmak, Tophane çay bahçesinden eşsiz Kaleiçi'ni seyretmek, limandan tekneye atlayıp Kemer'e veya Kaş'a gidebilmek, baharda henüz kimsecikler yokken Olimpos'a çıkmak, keşfedilmemiş köyleri, yaylaları gezebilmek, kimsenin kimseyi yargılamadığı modern bir şehirde yaşamak çok güzel olmalı. Bir ucundan da olsa parçası olabildiğim için ben de kendimi çok şanslı görüyorum. 
12. sene yine sonsuz keyif aldığım bir hafta geçirdim. İlk kez çekirdek aile olarak gelmenin keyfi başkaydı tabi. Anneannesi ve dedesi başta olmak üzere büyük dayısı, yengesi, teyzesi, halası ve eniştesiyle bol bol zaman geçirdi. Arada bizim de baş başa zaman geçirmemize izin verdi sağolsun :) Kızım da bu güzel şehrin havasını,suyunu sevdi biliyorum. Uçsuz bucaksız denize şaşkın  şaşkın ama sanki bilirmişcesine keyifli bakışlarını hiç unutamam. Bundan sonra Antalya'da daha güzel günleri geçer inşallah. Her yaz onu o muhteşem denizde yüzerken görmeyi çok istiyorum. 

Şevval Sam - Benim Arkadaşım


"Şevval Sam" benim arkadaşımdır :) Hem de çocukluğumdan beri. Masmavi gözleri, insanın içini ısıtan gülümseyişiyle onu farkettiğimde henüz kimseler tanımazdı. Bundan 15 - 16 sene evvel Akbank reklamlarıyla başlayıp Süper Baba'yla girdi hayatıma. "Deniz" karakteriyle benim için anlamlanmıştı. Çünkü o karakter benim en yakın arkadaşım olmuştu. Çok mu saçma? Bence değil. Tıpkı okuduğumuz roman kahramanlarıyla olduğu gibi ben de o karakterle bir arkadaş kadar yakın olmuştum. Dizi bitene kadar iki sene gözümü kırpmadan seyrettim. O zamanlar gazetelerde onunla ilgili haberler, gerçek yaşamından hiç bir iz olmazdı. Tek bildiğim Beşiktaş'lı Metin'in eşi olmasıydı. Çok tanınmıyordu henüz.  Sonra bir gün bir tanıdık sayesinde O'na ulaştım. Daha doğrusu o bana :) Beni telefonla aradı, uzun uzun sohbet etti. Çocuk yaşta bir hayranını hiç bilemeyeceği kadar mutlu etmişti. Dünyalar benim olmuştu o gün. Bir kez de yüz yüze tanıma fırsatım oldu ama tesadüfen..
Aradan 15 sene geçti. O çekingen ama sempatik genç kadın, önce anne oldu sonra kendinden emin sağlam adımlarla büyüdü, olgunlaştı. Bir dolu diziye oynadı, televizyonda kaliteli müzik programları yaptı,ardı ardına müzik albümleri çıkardı. Besteler yaptı, sözler yazdı, ülkenin her bir köşesinde konserler vermeye başladı. Hatta yurt dışında bile konserler verir oldu. Türkiye'de hatırı sayılır bir üne sahip oldu. Sayısı azımsanmayacak bir hayran kitlesi oluştu zamanla. Özellikle benim 14 yaşımdaki halime benzeyen gençlerden oluşan hayranları oldu. Yetişkinler tarafından da çok sevildi, hele ki büyük cesaret ve özenle hazırladığı Türk Sanat Müziği albümleriyle..Bense onu sessizce takip etmeyi hiç bırakmadım. Bütün dizilerini seyrettim, albümlerini dinledim, konserlerine gittim. Uzaktan hayranlarıyla iletişimini gördüm. Gençlerin sevgilerine nasıl aynı heyecan ve özenle karşılık verdiğini gördüm. Kimseyi kırmadığını gördüm. Zaman zaman insanların olumsuz yorumlarını da duydum ama duymazdan geldim. Ciddiye bile almadım. Çünkü biliyorum ki onun için olumsuz yorum yapanlar onu hiç tanımamışlardır. Bir kez onunla konuşan, sımsıcak gözlerine bakıp sohbet eden herkesin içi ısınır. Özel yaşamında nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu az da olsa bilen biri onun doğaya, hayvanlara ve insanlara olan sevgisini mutlaka bilir ve buna hayran kalır. Tüm başarılarına, tüm çalışmalarına ve aradan geçen uzun senelere rağmen "Şevval Sam" denilince hala aklıma telefondaki sımsıcak sesi ve oynadığı "Deniz" karakteri gelir. Hiç bilmese de "O" hala benim arkadaşım ve hep öyle kalacak, hem de her başarısında kendimce gurur duyduğum, mutlu olduğum arkadaşım. Her zaman mutlu olması, hak ettiği değeri görmesini dilediğim arkadaşım..

12 Eylül 2012 Çarşamba

Benim Canım Ağabeyim


Ben doğduğumda o henüz 6 yaşındaymış. Çocukların genelinin tersine  kıskançlık krizlerine girmemiş. Aksine ben küçücük bebekken bile, daha doğrusu kendisi henüz ana kuzusuyken bile benimle ilgilenmiş. Annem odadan çıktığında gözünü kırpmadan bana bakarmış düşmeyeyim diye. Sonrasında  ise işi iyice zorlaşmış. Emekleme döneminde üzerinde taşımış sürekli beni. Benimle dans etmiş, üzerine çıkmama ses etmemiş, bıkmadan oynamış benimle. Aramızdaki hiç bitmeyecek dostluk daha o yıllarda başlamış. 


Sayesinde çok güzel bir çocukluk dönemi geçirdim. Benimle oynamaktan hiç sıkılmadı çünkü. Beni hiç tersleyip, itmedi. İlk gençlik yıllarında bile bana hep zaman ayırdı. Benimle gezdi, oyunlar oynadı, büyüdüğümde dertlerimi dinledi. "O" 16, bense 10 yaşındaydım üniversite için evden ayrıldığında. Sonrasında İsviçre'ye yerleşti ve artık evimizde hep misafir olmaya başladı. Buna rağmen birbirimizden kopmadık. Uzaklarda ama gözleri, desteği hep üzerimdeydi. Ne ihtiyacım olursa hep yanımda oldu. 
Yıllar geçti, büyüdük..Şimdi ikimiz de otuzlu yaşlarımızda ilerliyoruz ve bu yaşlarımıza kadar aramızdaki kilometrelerce mesafeler bizi birbirimizden hiç ayırmadı. Tam tersi daha da bağlandık birbirimize. Kendi ailelerimizi kurduk; o baba oldu ben anne. Ama abi-kardeş olmaktan hiç vazgeçmedik. Ne seneleri, ne yaşam şartlarını, ne mesafeleri soktuk aramıza. 
Canım ağabeyim, bugün 36. yaşını dolduruyor. 
İlk arkadaşım, güvenilir limanım, dünyanın en yakışıklı en bi'tanecik abisi benim abim ve ben onun kardeşi olduğum için dünyanın en şanslı kız kardeşiyim. 
Kızımın biricik dayısı, sensiz ben asla ben olamazdım :)

5 Eylül 2012 Çarşamba

Körler Şehri Kadıköy

30 senelik hayatımın 25 senesini bana göre İstanbul'un en güzel ilçelerinden biri olan Kadıköy'de geçirdim. Eski ismiyle Khalkedonya yani Körler şehri..
Khalkedon isminin anlamı efsaneye göre şöyledir; Yer değiştiren bir kavim yeni yerleşimlerine nasıl ulaşacaklarını öğrenmek için bir kâhine danışır, kâhin kavimdekilere körlerin ülkesinin karşısına yerleşmelerini söyler. Bu günkü İstanbul’un bulunduğu yere ulaşan kavim, bulundukları taraf boş iken karşı kıyıda bir yerleşim yeri olduğunu fark eder. Bu yerin avantaj ve güzelliklerini fark edemeyen karşı kıyıdaki insanların ancak kör olabileceklerini düşünerek şimdi Avrupa yakası dediğimiz bu bölgeye yerleşirler. Böylece bugünkü Kadıköy yöresindeki yerleşim körlerin yeri anlamındaki Kalkedon adını alır. 
Aradan geçen yüzyıllarda çok şey değişti. Biz "Körler" şimdi İstanbul'un en güzel köşelerinden birinde yaşamaktayız. Her semti, her mahallesi ayrı bir dünyadır Kadıköy'ün.
Kadıköy benim çocukluğum, ilk gençliğimdir. Kadıköy ilk dostluklar, ilk aşk'tır. Dershane zamanı ve fakülte yıllarında her günü mü en azından Kadıköy sokaklarına uğrayarak geçirdikten sonra şimdi sadece gezme amaçlı gitmek çok tuhaf. Oysa benim evim gibidir Kadıköy...İskeleleri, sahilde içilen çayı, tazecik simitleri bambaşkadır Kadıköy Sokaklar'nın. 
Ne Bağdat Caddesi, ne Nişantaşı ne de onlarca AVM; Kadıköy Çarşı'sında veya Bahariye'de alışveriş yapmanın, marka-sız kendi halinde esnaf dükkanlarını gezmenin yerini tutamaz. 
Kadıköy yollarına düştüğümde ihtiyacım neyse onu bulacağımı bilirim. İstediğim ne varsa vardır o sokaklarda; her bütçeye her zevke göre hem de..Eskileri hissetmek istersem Antikacılar Sokağında bir tur atar, eski eşyalara dokunurum. Dostlarımla güzel vakit geçirmek için Kadife Sokak ilk durağımdır. Alışveriş için Bahariye, sinema için Rexx Sineması gelir ilk aklıma. 
Lise yılları boyunca kitaplarımı satıp yenilerini aldığım Akmar pasajı, defterlerinin hala gözlerimi kamaştırdığı kırtasiyeler sokağı ( Mühürdar Caddesi ), çay bahçelerinde saatlerimi geçirmekten usanmadığım güzelim Moda, alışveriş yaptığım Bahariye, okula giderken her sabah koşturduğum Eminönü iskelesi benim anılarımda ve yaşamımın her döneminde evim gibi yakın, sıcak ve sahicidir.
Çocukluğumda anne ve babamla gezmeye giderken tanıdım Kadıköy'ü, büyürken arkadaşlarımızla buluşma mekanlarımız oluştu zamanla. Üniversiteye hazırlık döneminde ise çok mühim aylarım geçti. Hafta sonları sabah 8'de sessiz caddelerinde, sokaklarında yürüdüm, dershane sınıfından vapurları seyrettim. Büyük dostluklar kurdum, büyük hayal kırıklıkları içinde sokaklarında döndüm durdum, sevdiğim adamın ellerini ilk kez burada tuttum, üniversite yıllarında eve gitmeden yolumu uzatıp çarşısında dolaştım uzun uzun...
Bana birçok ilk'i yaşatan; mutlu, heyecanlı, üzüntülü ve telaşlı tüm "Funda"ları mutlu eden Kadıköy Sokak'ları işte bahsettiğim veya bahsetmediğim tüm bu sebeplerden dolayı dünyamın en güzel köşelerinden, hiç unutmayacağım vefalı dostum, sırdaşımdır. Hala İstanbul'dan vazgeçmemek için en sağlam sebeplerdendir. 

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Deniz'in İlk Bayramı ve Büyükada


Geçen sene bu vakitlerde henüz 12 haftalıktı minik meleğim.  2011 Ramazan Bayram'ında bu senenin, onun ilk bayramının hayalini kurduğumu anımsıyorum. Şimdi koskaca bir sene geçti ve kızımızla ilk bayramımızı geride bıraktık. Bir bebeğin büyümesini seyretmenin keyfi...Onunla her şeyi ilk kez yaşamanın keyfi çok güzel çok. Bir bebek gibi taze bir sevinç, merak ve telaşla yaşamanın tadı çocuk büyütmenin tüm zorluklarının üzerine geçiyor...

Annemlerle Büyükada'da geçirdik bayramı. Amacımız hem şehirden uzaklaşmak hem de yollara da düşmemekti. Bu amaç için "ada" harika bir seçimdi. Bizim tontişler iki numaralı torunlarıyla bayram geçirmekten pek memnundular. Deniz'inse keyfine diyecek yoktu. Hatta ilk bayram harçlığını bile aldı kerata :) Diğer yandan anne ve babasıyla 5 günü 24 saat geçirmek onu çok mutlu etti. İyiden iyiye insana alışır oldu kuzum. Birileri sürekli onunla ilgilensin, oynasın ister oldu. Sadece onunla sohbet etmek, uydurma şarkılar söylemek bile onu uzun süre oyalıyor ve mutlu ediyor. Bizim de canımıza minnet. Her anımız başka bir keyif, keşif. Hem çocuk sahibi olmaya karar verdiğimizde birbirimize verdiğimiz "çocukla gezmeye devam" sözünü tutmak anne-baba olarak da hala birbirine aşık bir çift olarak da bizi çok mutlu etti. Evden uzakta geçen bu iki günse bizim için denemeydi. 

Adalar İstanbu'llular için en güzel kaçışlardan biri. Oturduğumuz semte 35 dakikada ulaşabilecek hatta uzaktan görebilecek mesafe olmak ve aynı zamanda sessiz,sakin, şehri hiç hatırlatmayan biryerde olabilmek ancak Ada'larda mümkün. Hele ki arabaların olmayışı benim için en tatmin edici sebeplerin başında geliyor. Her ne kadar bayramın kalabalığını fazlasıyla yaşasak da yine de büyük şehrin yorgunluğunu hiç hissetmiyor insan. Hele ki günübirlikçiler gidince veya henüz onlar gelmeden sabahın ilk saatleri çok keyifli. Küçük yürüşler, balık kokuları, sabah tüm adadan duyulan vapur sesi çok dinlendiriciydi. İstanbul'un yagene plajları, Ege kasabalarını hatırlatan güzel denize bakan sokakları, bol ağaçlı bahçeleriyle beni çok mutlu ediyor Büyükada. 
Benim için en özel mekanı ise büyülü Splendid Otel. Birkaç sene evvel yine huzur veren bir haftasonu için kaldığımız Splendid Otel insanı 1910'lara kadar götürüyor adeta. Odalarından, lokantasına, asansöründen, lobisine ve dinlenme salonlarına kadar her yer müze değeri taşıyacak kadar eski hali korunmuş. Eski zamanları bir nebze de olsun yaşamak isteyenler için ideal. 


Faytonların geçişi hala yüzümde bir tebessüme sebep olsa da atların o kadar yorucu çalıştırılması hiç hoşuma gitmiyor. Derhal başka bir çözüm bulunması ve zavallı hayvanlara daha fazla eziyet edilmemesini canı gönülden diliyorum. Bence bunun dışında Büyükada sığınacak çok güzel bir liman. İster kış ister yaz olsun, şehirden kaçmanın en kısa en güzel yolu. 
Bizim Deniz hanım'la bundan sonraki gezilerimiz inşallah bu kısa tatildeki gibi güzel ve keyif verici geçer. Nice sağlıklı ve birlikte bayramlara..

7 Ağustos 2012 Salı

Anneliğe Başlangıç

Annelik benim için çok taze. Ahkam kesecek, dersler verecek tecrübelerim olmadı henüz ama yaklaşık 6 aylık bu yeni serüven bile çok şeyi farketmeme sebep oldu. Kızım, bana kapılarını açtığı bu yepyeni dünya ile şimdiden çok şey öğretmeye başladı ve kimbilir herşeyi unutturacak daha neler öğretecek. 
Anladım ki:Bir kadın anne olunca büyümeye başlarmış. Annelik 9 ayın ilk gününde başlar, kıpırtılar tekmelerle hayal olmaktan çıkar, ağlama sesini duyunca gerçek olurmuş. Meğer anne-babam "anne olunca bizi anlarsın" derken çok haklılarmış. Bana olan sevgilerini anlamam bugüne dek mümkün değilmiş meğer. Yavrunun bir bakışı, bir gülüşü tüm sıkıntılara, 9 ayın fedakarlıklarına değer dünyaya bedelmiş meğer...Anladım ki hep hayalini kurduğum sonsuz, en temiz, en karşılıksız ve en büyük "sevda" evlat sevgisiymiş meğer.
Kızım bana bambaşka bir dünyanın kapılarını açtı. Karnımdaki varlığını öğrendiğimden beri müthiş bir irade, sorumluluk duygusu, cesaret ve sonsuz sevgi hediye etti bana. Tabi yanında sınırsız endişe ve telaş. Onunla yeniden doğduğumu hissediyorum. Bir çocuğum olsun istediğim ve karar verdiğim günden bu yana 30 senelik ruhumun, kalbimin yenileneceğini biliyordum. Çünkü tüm sevgilerin tüm duyguların yanında O'na tek başına bir kalp ancak yeterli olabilir.  Hayal kurma aşamasından onu kucağıma alıp kokladığım ana dek kalbimi,ruhumu tertemiz etti sanki. Temizlendim, fazlalıklardan kurtuldum. Hatta belki bencilleştim. Bana az veya fazla gelen herşeyden, aklımın karmaşalarından  kurtuldum. Onunla yaşama yeniden başlamak için duruldum, sakinleştim.
Şimdi gün geçtikçe hızla büyüyen, gelişen, dünyayı ve yaşamı keşfeden yavrumu seyrederken ne kadar şanslı olduğumu farkediyorum. Onun büyümesini izlemek büyük keyif. Keşfettikleri, yapabildikleri, çabaları ve farkettiklerini izlemek inanılmaz. Dünyanın en heyecan verici mesleği veya en zevkli hobisi bile bir bebeğin her gününü yaşamaktan daha anlamlı, daha güzel olamaz. 
Düşlediklerimde haklıymışım. Onun doğumuyla dünya durdu, zaman dondu sanki. Yaşamanın, hayatta kalmanın ve sağlığın anlamı gittikçe büyüdü. Kalbimden geçen tüm diğer duygular arka planda yaşanmaya başladı. Herkesden, herşeyden önce "O", her zaman "O"...
Bu yazı ve ona yazdığım tüm yazılar sonsuza dek sürsün. Büyüdüğünde okusun, gülümsesin...

29 Haziran 2012 Cuma

Bir Doğum Hikayesi

18.02.2012- Cumartesi


Gebeliğin sonlarına doğru yani 38+4’deydik. Küçük kız vaktiyle kafasını aşağı çevirmemiş tembellik yapmıştı. Eee zamanı geçince de bir miktar sıkıştı sanırım. Sonrasında ise istese de dönemedi yavrucak. J Planlanan doğuma 4 gün kala Cuma akşamı bir tuhaflık vardı aslında. Ben dayımla yengemin gelişine heyecanlanmıştır diyordum ama yok, başka bir tuhaflık vardı hareketlerinde. Zannettim ki hala içgüdüsel olarak dönmeye çalışıyor. Sebep bu değilmiş. Ufaklık sıkılmış ve kendi karar verdiği günde dünyaya gelmek istemiş J
Cumartesi öğlenden sonra son kontrolümüze gitmek üzere hazırlandık. Kızımızın odası hastaneye gidecek valizdi, bebek şekerleriydi, fotoğraf makinasıydı bir sürü eşyayla doluydu. Evden çıkmadan Özkan “acaba bagaja atsak mı şunları” dedi ama üşendik. Ne olsa doğum Salı günü olacaktı ve daha 3 gün zamanımız vardı.
Kaygısız, telaşsız gittik hastaneye. Canım doktorum Ayşe hanım yine kapıda gülümseyerek karşıladı beni. “Hadi seni NST’ye alalım” dedi. Doğum öncesi bebişin kalp atışları ve annenin doğum sancılarını gösteren bir tıp mucizesi. Özkan’la sohber ederken 20 dakika bağlı kaldım cihaza. Ayşe hanım sonuçlara ilk baktığında içime doğdu ama hiç ses etmedim. Evet hislerim beni yanıltmamıştı. “Sizi bugün doğuma alsak iyi olacak” dedi Ayşe hanım. Kendimden beklemeyeceğim kadar sakin karşıladım. Normal doğum yapamayacak bile olsam kızım istediğinde dünyaya gelecek diye sevinmiştim. Tek derdim “aa saçlarım temiz değil duş almam lazım”dı. Şükür ki hastane şartları odamda duş almama yetecek kadar iyiydi. Yavaştan telaşlanmalar başlamıştı. Bir yandan ameliyat öncesi tahliller bir yandan odaya yerleşme ve en önemlisi millete haber verme telaşı. Özkan da ben de müthiş bir hızla telefonlar ediyor ailelerimize ve dostlarımıza haber veriyorduk. Tüm bu telaşlı anlarda en çok aklımda kalan annemin tepkisiydi. “Neee doğum bugün mü???”. Zavallı annem öyle bir şaşırmıştı ki, hamile olduğumu söylediğimde böyle bir şaşkınlık görmemiştim. Hem ben bir gece önce onları kapıdan çıkarken uyarmıştım. “Yarın evden çok uzaklaşmayın nolurrr noolmazz” ):
Özkan eve fırlayıp eşyaları almaya koştu. Sanki basiretimiz bağlanmıştı.Ne gönderiyorsun adamı Cumartesi trafiğinde değil mi? Ben odada sakince otururken her zamanki gibi Yaprak koşup geldi ilk. Dosttan öte kardeşim benim, spordan geliyormuş, kan ter içinde koşmuştu. Tıpkı evlendiğimde hiç yanımdan ayrılmadığı gibi...Onu görmek beni sakinleştirmişti. Bir yandan hemşirelerin sorularını yanıtlarken duşa girip yıkanıp ferahladım. Saçlarımı güzelce kuruttum, yüzümü kremledim...Biraz sonra annem, babam, dayım ve yengem gelmişlerdi. Önceden anlaştığımız hatta daha sabah “Salı günü görüşürüz” diye ayrıldığımız doğum fotoğrafçısı Gizem de odaya damladı. İlk fotoğraflar çekilmeye başlanmıştı bile. Bense Özkan’ı bekliyordum. Hasta bakıcılar beni almak üzere sedyeyi getirdiklerinde, “hayır” dedim, “kocam olmadan hayatta girmem doğuma” ): Neyseki birazdan eli kolu hatta boynu ve sırtı dolu bir şekilde içeri girdi. Canım sevgilim hiç birşeyi unutmamış. Ama hastaneden çıkarkenki sakin yüz ifadesinden eser yoktu. Gizem fotoğraflarımızı çekti ve beni sedyeye aldılar. Anacım babacım öptüler beni gözleri yaşlı. Ben kızımı düşünürken onlar kendi kızlarını düşünüyorlardı haliyle. 
Annem, babam, dayım, yengem, Özkan ve Yaprak beni hayatımın en kısa ama en mühim yolculuğuna uğurladılar. Ameliyathaneye girdiğimde hafifden tırsmaya başladım. Bir sürü yeşil kıyafetli doktor-hemşire, bir sürü cihaz ve aletin arasında bebeğimi saracakları havluyu görünce bütün korkularım geçti. Öncelikle zorlu epidural iğnesi yapıldı. O kocaman karınla C şekline girip kıpırdamadan omurgama yapılan iğne zannettiğim kadar zorlu değildi, en azından benim için. Birkaç dakika içinde bedenimin belden aşağısını hissetmiyordum. Tekrar hissedeceğimi bildiğim halde o hissizlik gerçekten ürkütücüydü.  Neyse...Ayşe hanım geldi birazdan. Sıcacık gülümseyişiyle beni rahatlattı. Fotoğrafçım ve Özkan da yeşil kıyafetleriyle yanıma geldiler. Zannediyorum Özkan yanıma geldiğinde ameliyat başlamıştı. Bence ne birşey hissediyor ne de görüyordum. Özkan benimle konuşmaya başladı heyecanım yatışsın diye. Peki onu kim yatıştıracaktı??? Çok sürmeden bebeğimi çıkarmaya çalıştıklarını anladım. Özkan “kızımız gelmek üzere bak havlusunu getirdiler” dedi. Baskı hissi geçince kızımın dünyaya geldiğini anladım. Özkan mosmor olmuş ayaklarını gördüğünü söyledi. Bense “neden ağlamıyor diye” söyleniyordum. Doktorum “bir izin ver çocuğa kendine gelsin” dedi. Bana dakikalar gibi gelen süre belki sadece 37 saniyeydi. 37 saniye sonra kızımın çığlık atarcasına ağlamasıyla dünyalar benim oldu. İlk bakımlarını yapıp kucağıma getirdiler. 
Allahım hayatta gördüğüm en güzel şeydi. Tabi bir kuzgun ve yavrusu durumu sözkonusuydu elbet. Onun yanağını benim yanağıma temas ettirip beni koklamasına izin verdiler. Kokumu alınca ağlaması kesildi. Bu sefer anne ve babası ağlamaya başlamışlardı J Dünyada hiçbir sözcük veya cümle o an hissettiklerimi anlatmaya yetmez. Mutluluk ve heyecan tarifsizdi. Bundan sonra yaşamımız üç kişikti ve sonsuza dek sürmesini isteceğimiz bir macera bizi bekliyordu. İlk çekirdek aile fotoğrafımız çekildikten sonra kızımı giydiymek üzere babasıyla beraber ameliyathaneden çıkardılar.
Deniz Zeynep saat 16.58’de 3395 gr. Ve 49 cm. Olarak dünyaya geldi.
Dışarda bekleyenlerin ve onların Deniz’le tanışma anlarını düşleyerek ameliyatın bitmesini sakince  bekledim. Yarım saat sonra benim de işim bitmişti. Kapıdan çıkarken gördüğüm kalabalık beni çok mutlu etti. Ameliyat öncesi beni uğurlayanlara Melek annem, Vural babam, Serkan abiler, halam, Ayla, Yeşim, Ümit, Halamlar ve Zeynep abla da eklenmişti. Yurtdışında olan biricik abicim ve canım kuzenim Güçlü Ankara’da oldukları için bizim kızın süprizine yetişememişlerdi. Onlar sonradan gelip yeğenleriyle tanışacaklardı.
O kalabalıkla odama çıktığımda Yaprak, Yeşim, Zeynep abla ve Melek annem odamızın kapısını süsleyip, hatıralık hazırlattığımız kuzularımızı ve ikramlık çukulatalarımızı hazırlamışlardı. Can dostum Ayla ise kızımın anı defterini hazırlayıp getirmişti.
Bir süre sonra çocukluğumdan beri hep beraber olduğumuz dostum Bedia, Özkan’ın can dostu Togay ve diğer yakınlarımız odamızdaydı. Bunca kalabalık hafifden uzaklaşırken kızımızı odaya yanımıza getirdiler. Ayşe hanım, Deniz, ben ve Özkan birbirimize bakıp gülümsedik. Zorlu yolculuğun sadece ilk etabı sona ermişti. Bundan sonrası ise upuzun ve bir ömür anlatılacak bir hikaye...


O gün ve sonrasında yanımızda olan herkese ve en önemlisi 9 ay boyunca desteğini, yardımını esirgemeyen, kızımı sağlıkla kucağıma almamı sağlayan doktorum Prof. Dr. Ayşe Kafkaslı'ya sonsuz teşekkürler.




17 Mayıs 2012 Perşembe

30. Yaş

Meşhur şiirdeki gibi ömrün yarısına doğru hızla ilerlerken....
Sonunda ben de 30 yaşında oldum. Yavaş yavaş insanı endişelendiren ama bir yandan da bir "insanın en verimli çağları" denilen yaşlar başlıyor. Dün gece ilk doğumgünü mesajım geldiğinde ilk hissettiğim hüzün oldu. Hani mağazalarda fiyatları düşük göstermek için fiyatları 29.90 tl olarak yazarlar ya mesela, hani 30 değil ama 29.90. İşte 29. yaş da böyleydi. 30 değil  20'lerin başları da değil ama en azından hala 20'li bir yaş :) 
İlk gençlik yıllarımda ömrümde en çok merak ettiğim yaşlarım 20 ile 30 yaşlar arasıydı. Hayatımın çoğu dönüm noktalarının bu seneler içinde gerçekleşeceğine inanıyordum sanki. Bundan sonrasını bilemem tabi ama gerçekten de 20'li yaşlarım çok farklı geçti. Bu 10 sene bana büyük sevgiler, yenilikler, yenilgiler, mutluluklar ve zaman zaman hayalkırıklıkları verdi. Yani büyük kazançlar, tecrübeler.  Aşık oldum en önemlisi, ömür boyu sürecek dostlar edindim, okul hayatından iş hayatına geçtim, evlendim, görmek istediğim şehirleri gördüm-sokaklarında gezdim-fotoğraflar çektim.Ve 20.li yaşları bitirirken bir kadının hayatında yaşayabileceği en güzel duyguyu tattım, "Anne" oldum. Kızımla aramızda 30 yaş gibi uzun bir zaman dilimi oluşu beni biraz ürkütüyor ama yine de bu yaşımın  anlamı kızımın varlığı olacak. Evet onunla aramızla bir dolu kuşak var ama yine de onunla arkadaşlığı başarabilen bir anne-kız olacağımıza eminim. 
30. yaş ve sonrası...Biliyorum bundan sonra zaman daha hızlı akacak. Belki 40'lı yaşların gelişi daha çabuk olacak ama eninde sonunda ve gerçekten her yaşın tadı bir başka olacak. 
Ama 30'dan öncesinden daha dingin daha olgun olacak. Bundan sonrası için tek beklentimse; 20'li yaşların bana verdiği herşeyin sağlıkla ve huzurla yaşamımda kalması. Elbette yeni insanlar, başlangıçlar, heyecanlar olacaktır ama önceliğim kalbimdeki ve yaşamımdakilerin yerlerini korumaları :)
30.yaşımı anlamlandıran herkese ve her şeye minnettarım. Hepsinin 60. yaşımda da benimle kalması dileğiyle...

11 Şubat 2012 Cumartesi

Kızımı Beklerken

26 Haziran günü öğrendim meleğimin varlığını. Planlı bir gebelik olmasına rağmen yine de hayretle ve büyük bir şaşkınlıkla karşıladım. Hani insan ilk anda hiçbir şey hissedemez ya... Donup kalmıştım sanki. Henüz hiçbir şey hissedemediğim o ilk günleri atlatıp doktora gittiğimizde, O'nu ilk kez gördüm. Birkaç cm2'lik ufaklık karnıma yerleşmiş, sımsıkı tutunmuştu. Kalp atışlarını duyduğumda gerçekliğine daha da inandım ve onun bana tutunduğu kadar ben de ona tutundum. Benimkinden daha hızlı atan telaşlı kalbiyle "O" bizim yavrumuzdu. Varlığına inandığım an, daha önce hiç sahip olmadığım bir irade ortaya çıktı. Yediklerim, içtiklerim, yapmamam gereken herşeye kolaylıkla alışmıştım ve hiçbir zaman diyet konusunda iradeli olmayan kendime çok şaşırıyordum. Her adımda onu düşünüyor, onun için ve ona göre davranıyordum daha ilk günlerden...
Yaklaşık 12. haftaya kadar sabah bulantılarım sona erdi. Hiç şikayetçi olmadım o bulantılardan. Meleğimin varlığının sağlamlaştığını anımsatıyordu bana. İlk zamanlarda doktor kontrolleri öncesi çok endişeli hissediyordum. Ama testlerimiz güzel geçiyordu. Zamanla rahatladım ve sakinleştim. Uykular, yorgunluklar geçerken 21. haftada, ilk kez kıpırtısını hissettim. Henüz çok erken olduğunu söyleyenlere inat, ben kıpırtıların yavrumdan geldiğine daha ilk anda emindim. Kelebek kanatlarının çırpınışı gibi veya bir mısır tanesinin karnımda patlaması gibiydi. Sanki "buradayım anne" diyordu meleğim. Babasının bu kıpırtıları kıskanması çok uzun sürmedi çünkü bir süre sonra elleriyle o da hissetmeye başladı. Bundan sonrası bambaşka bir keyifti ikimiz için de :) 

Hızla geçen haftalar ile birlikte karnım iyice büyümüştü. Özellikle 25. haftadan sonra hızlandı büyümesi. Taklalarını hissediyor, keyifleniyordum. Artık onun küçük bir kız olduğunu biliyorduk. Küçük kızımız ultrason görüntüleriyle bize poz veriyordu. Artık bütün bir ayı onu göreceğimiz günü bekleyerek geçirir olmuştuk. Tabi bu arada onun ihtiyaçlarını almak, odasını hazırlamak çok güzeldi. Herşey güzel olsun diye çabalıyor, zaman zaman odasına girip eşyalarını seyrediyorduk. 
Bense gitgide daha sabırlı daha sabırsız olmaya başlamıştım. 6. ayın sonunda artık kocaman karnım ve başını, poposunu karnıma dayayan, onunla konuşmalarımıza tepki veren bir kızımız olmuştu. Günler hem sabırsızlıkla hem tadını çıkararak geçiyordu benim için. Son üç ay bir yandan onun karnımdaki varlığını doğumuyla özleyeceğimi düşünüyor bir yandan da kaygılara yenilip bir an önce ellerimle tutup, kokusunu duymak için sabırsızlanıyordum.
Zaman bir yandan çabuk bir yandan yavaş geçiyordu. 8. ayda odasını tamamen hazırlamıştık. Özkanla birbirimizi sık sık kızımızın odasında yakalıyorduk. Orda olmak keyif veriyordu. İnsanın gözünün önüne yüzlerce hayal geliyor onu bekleyen eşyaları seyrederken. Bedenim ağırlaştıkça gezmek dolaşmaktan çok evimde dinlenmeyi tercih etmeye başlamıştım.
Bir kez diş sorunu bir kez de grip olmak dışında hamileliğim rahat geçti diyebilirim. Ufak tefek rahatsızlıklar tabi ki oldu; reflü gibi sırt ağrıları gibi. Ama bunlar işin tuzu biberi. Önemli olan ufaklığın iyi beslenmesi, sağlıkla büyümesi. Sanırım annelik içgüdüleri bende çok erken devreye girdi.
Şimdi 9. aydayım. İzne ayrıldım, evde bol bol sessizliğin tadını çıkarıyor, hayaller kuruyorum. Tabi bu dönem yanımdam hiç ayrılmayan annemle. Annem nerdeyse bir bebek gibi ilgilendi benimle aylardır. Bir yandan Melek anne, babam ve tabi Özkan...
Hepsinin desteği benim sağlıklı bir hamilelik geçirmemde son derece önemliydi. Özkan neredeyse tüm ev işlerini öğrendi, sırt ağrılarım için masajlar yaptı. Eğilemez olduğumda ayakkabılarımı giydirdi, yapabileceği her yardımı yaptı. Nerdeyse benim kadar kızımızla konuştu sohbet etti. Harika bir baba olacağını daha şimdiden kanıtlatı. Diğer yandan yakın arkadaşlarımın varlıkları da bu dönemde gerçekten çok önemliydi. Duaları, sık ziyaretleri, dışarı çıkmak istemeyişme gösterdikleri anlayış, aldıkları ciciler vs...İyi ki varlar. Umarım zamanı geldiğinde karşılık verebilirim hepsinin desteklerine.
Şimdi yavaş yavaş bu çok ilginç ama çok özel sürecin sonuna yaklaşıyoruz. Sonuna yaklaştıkça artan sabırsızlık bir yana hamilelik dönemini özleyeceğime de eminim. Kızımla sadece bize özel dünyamız artık herkese açık olacak. Biraz kıskanıyor gibiyim sanki. Ama onu görmek koklamak sevmek isteğim de çok artıyor ve doğacağı günü iple çekiyorum. Bu satırları yazarken 36 hafta ortasındayım. Ufaklık her an bir süpriz yapar diye hastane çantama kadar hazırladım. Her günü sessizlik içinde geçirmeye çalışıyorum. Her ne kadar bir süre eve kapanacağımı bilsem de bu soğuk kış günlerinde sokağa çıkmak içimden gelmiyor. Dünyam tamamen değişmeden kendime vakit ayırmak daha iyi geliyor sanki. Küçük kızım "Deniz Zeynep" baharın müjdesi gibi gelecek inşallah ve bize bambaşka bir dünyayı hediye edecek.

En Heyecanlı Geri Sayım

Bugün günlerden 11 Şubat. 
Hayatımın en heyecanlı en telaşlı ama bir o kadar da sakin geri sayımı bugün başladı:
Kızıma kavuşmam için son 10 gün, 
Hiç bilmediğim bir dünyaya adım atmak için son 10 gün, 
"Anne" olmak için son 10 gün, 
Dünyaya bir insan yavrusu getirmek için son 10 gün, 
Sonsuz sorumluluk duygusu için son 10 gün,
Dünyanın karşılıksız en büyük sevgisini hissetmek için son 10 gün...
Dualar, dilekler ve hayallerle geçecek son 10 gün...

5 Şubat 2012 Pazar

Güzel İstanbul

Biz İstanbul'lular; günlük telaşlar arasında her sabah kaybolup gidiyoruz. İşe yetişme kargaşası, berbat trafik, hiçbir işimize veya özelimize yetmeyen haftasonları yüzünden çoğu zaman öfke içinde İstanbul'a söyleniyor, İstanbul'a kızıyoruz.
Ey Şehr'i İstanbul, senin ne suçun var ki? Milyonları taşırken sokaklarında, caddelerinde senin bunca öfkedeki payın ne?
Bu eşşiz şehir ne bizim öfkemizi, ne onu gitgide mahvetmemizi hakediyor. Oysa hergün üzerinden geçtiğimiz köprüden bir kez başımızı kaldırıp boğaza baksak,sahil yolundan geçerken denizi seyretsek birkaç dakika, meydanlarında yürürken adımlarımızı birazcık yavaşlatsak veya gökdelenlerinde geçen iş saatlerinde uzaktan şehre biraz baksak...Her gün sadece bir kez güzelliklerini farketmeyi denesek...Üzerimizdeki ağırlıklardan, öfkelerden sadece birkaç dakikalığını uzaklaşsak. Bütün bir ülkenin, milyonların hergün imrenerek düşlediği bu dünya güzeli şehri farketsek. Alışveriş merkezlerinde veya anlamsız caddelerde geçirdiğimiz zamandan birazını tarihi meydanlara, sahil yollarına, boğazın eşssiz mahallelerine ayırsak...Ayda bir kez en azından turist gibi gezebilsek İstanbul sokaklarında...Belki bu şekilde dünyanın en güzel şehrinde yaşadığımızı farkeder, mutlu olabiliriz.
İstanbul'a hakettiği değeri, özeni ve sevinci vermeyi denesek???