7 Ekim 2011 Cuma

Ege Gezisi

Özkan'la uzun zamandır hayalini kurmuştuk bu Ege Tatilinin. Gerçekleştiğine inanamayarak yolla düştük Haziran'ın ilk günleri. Ege'nin kasabaları, sahilleri ve insanları bambaşkadır. Ayrı ayrı zamanlarda gördüğümüz bu yerleri birlikte yeniden gezmeyi istiyorduk. Kasaba kasaba, fotoğraf çekerek, insanlarını tanıyarak.. 2000 km biricik arabamız "Pele" nin güçlü motoru sayesinde sorunsuz bir yolculuk geçirdik. 10 gün süren gezi Geyikli'den Bozcaada'ya geçerek başladı. İstanbul'dan uzaklaştıkça içimiz ferahlıyordu. Daha Geyikli'de başladı tatlı insanlarla tanışmamız. Konuşmaları, şiveleri ve gülümseyen yüzleriyle huzur verdiler bize. Yollar sessiz sakindi. Henüz tatil sezonu başlamamıştı çünkü. 
İlk  günümüz Bozcaada'da geçti. Son yıllarda gittikçe popüler olan bu eski Rum adası gerçekten büyüleyiciydi. Tatile çok erken çıkmanın avantajıyla sanki sadece biz vardık adada gezen. Eski bir ilkokul binasına yapılmış olan Ege Otel'de kaldık. Güzel bahçesi ve  kahvaltıda ikram edilelen yapımı reçelleriyle çok sevdik bu oteli. Zaman kaybetmeden sokaklarını turladık bol bol adanın, rüzgar güllerinde güneşi batırdık. Akşam yemeği içinse denizin dibinde güzel bir balıkçıya attık kendimizi. Sadece biz vardık bir de küçücük iskeleye demirlemiş balıkçı teknesi. Saatlerce uğraşıp avlanmak için yem hazırlıyorlardı. Onları seyrederken, Rakı-balık ve meze keyfine burada başladık. İstanbul'da asla bulamayacağımız kadar taze, tertemiz ve ucuz balık-meze keyfini yaşadık. Buranın süprizi güveçte kızarmış bütün kalamardı. Ertesi gün sabahtan hafıza kartımızdaki fotoğraflarla ve tekrar gelmeye söz vererek buradan ayrıldık.

İkinci durağımız olan Assos'u birkaç saatte gezdik. Zaten çok küçük bir kasaba. Kimsecikler yoktu. Deniz kenarında lezzetli gözlemeleri midemize indirdikten sonra tarihi yerleri gezip fotoğraflarımızı çektik. Yola devam..
Üçüncü durak Ayvalık-Cunda. Çocukken gelmiştim ama neredeyse hiç hatırlamıyordum. Cunda'nın güzel sokaklarında, merkezde Horokop Otel'e yerleştik. Bembeyaz rahat odaları ve deniz kabuklarıyla yapılmış dev boy aynalarıyla dikkat çeken güzel bir oteldi. Akşam kısa bir tur ve yine denize nazır rakı balık keyfi bizi bekliyordu.
Buranın huzuru, güzelliği  bambaşkaydı. 2 gün kalmaya karar verdik. Ertesi gün plajda yayılıp güneşlensek de henüz denize girememiştik. Su çok soğuktu. Biz de gezmeye devam ettik.  Güzel günü, Şeytan Sofrasında gün batımıyla taçlandırmak ve güneş batarken ayvalık tostu yemek harikaydı. Sonrasında tekrar Cunda sokaklarındaydık.  
İnternetten methini duyduğumuz Reyhan Hanım'ın harika likörlerini denemek istedik. Aklımıza gelmeyecek harika çeşitler vardı. Vişne, kavun, neskafe, kivi likörlerini tattıktan sonra günü sona erdirdik. Ertesi gün deniz kıyısındaki keyifli kahvaltının ardından tekrar yollara düştük.  Dördüncü günümüzde durağımız Bergama idi. 
Şehir merkezindeki esnaf lokantısında güzel bir öğle yemeğinin ardından Bergama'nn harika antik şehrini gezdik. Akropol büyüleyiciydi. Her zamanki gibi Japonlara rastladık ve Özkan burada bol bol fotoğraf çekebildi. Güneşin kavurduğu saatlerin ardından Aliağa'ya yola düşmüştük. Yol üzerinde güzel bir tatil kasabası olan Çandarlı'da kısa bir mola verdikten sonra arkadaşlarımız Melike ve Levent'in Aliağa sahilindeki evlerine ulaştık. Sımsıcak sohbetleri, misafirperverlikleri ve harika mangal sofralarıyla enerjimize enerji kattılar.
Beşinci günün sabahı Aliaağa'dan ayrılıp gitmeye en çok sabırsızlandığım rüya kasabam Eski Foça'ya ulaştık. Buraya da henüz yazlıkçılar akın etmemişti. Sessiz sakin kasaba beklediğime değecek kadar güzel görünüyordu. Sokaklarına, havasına suyuna hep hayrandım bu kasabanın. Kimbilir belki bu sevginin sebebi bana vereceği hediyeden ötürüydü.. 
Yatağımızda uzanırken bile denizi görebildiğimiz Kalyon Otel'i bulduğumuza çok sevinmiştik. Önce biraz dinlendik, sonra hemen sokakları keşfe çıktık. Birbirinden güzel sokakları, eski taş evleri fotoğraflandırmak çok keyifliydi. Kumrularımızı yedikten sonra artık denize girmenin vakti gelmişti. Ege'nin serin sularına attık kendimizi. Masmavi denize kavuşmak tatilin en güzel anlarından biriydi her zamanki gibi. Akşama rakı-balık keyfi kaçınılmazdı. Güzel ve özel Foça akşamından sonra ertesi gün güzel bir tekne turuna çıktık. Tatil sezonu henüz açılmadığından çok sakin bir turdu. Foça'ya adını veren fok balıklarının evi olan Siren Kayalıklarını seyrettik ve bol bol denize girdik. Güneş depoladık bol bol.
Foça'nın harika sularını bırakmak çok zor oldu. Arkama baka baka ayrıldım bu rüya kasabadan. Foça'da yaşayan orada birşeylerle meşgul olan bir insanda ne dert kalır ne hastalık. Akşama İzmir'e vardık. Kuzenlerim Can-Burcu Bolat çitfine misafirdik 2 gece. Küçük kızları Cerenle oynadık. Ve tekrar balık-sohbet keyfi bizi bekliyordu. Evimizde gibi rahat ve huzurlu geçti iki günümüz.
Ertesi gün onlar işlerine giderken biz Selçuk, Efes ve Şirince'yi gezdik. Selçuk'da unutulmaz çöp şişleri yedik, Efes'in rüya gibi tarihi kalıntılarını gezdik. Sıcak beni etkilediği kadar bembeyaz ve oldukça yaşlı turistleri hiç etkilemiyordu. Dünyanın her yerinden gelen yüzlerce insan inanılmaz bir hayranlıkla Efes'i geziyorlardı. 


Ve Şirince....Yine son senelerde popüler olan bu kasabada birkaç saatimizi geçirdik.Bol bol soğutulmuş meyve şaraplarından tattık. Şaraplar bize enerji vermişti gerçekten. Fotoğraf makinalarımız da bizim kadar enerji dolulardı. Hiç durmadan çalışıyorlardı..Şirince'de leziz karadut şerbetlerini içip İzmir'e geri döndük. Artık son iki günümüz kalmıştı. 



Havaalanında Ayla ve Yaprak'ı karşılayıp Çeşme'ye uçarcasına gittik. Tabi yolda Urla'ya da uğramayı ihmal etmedik. Birkaç fotoğraf ve güzel bir çay molası için. Ilıca Öğretmenevi'ne yerleşip kendimize kıpırtısız turkuaz rengi Çeşme denizine attık. Şansımıza hiç rüzgar yoktu. Arkadaşlarımızın katılmasıyla tatilimiz iyice renklenmişti. Çeşme'ye gelene kadar o kadar gezmiştik ki şimdi plajda uzanıp dinlenme vakti gelmişti. Ilıca Plajı, Kocakarı plajı, Aya Yorgi plajları derken deniz ve güneş üzerimizdeki tüm yorgunluğu aldı. Akşamları da Çeşme'yi, Dalyan'ı ve Alaçatı'yı gezdik. Alaçatı'nın güzelliği bana çok yapay geldi. Mükemmel bir film setini andırıyordu. Bana göre denizin kokusunu duyabileceğiniz Çeşme'nin çarşısı, sokakları ve kafeleri daha doğal daha güzeldi. 
Özellikle Çeşme'de Kumrucu Şevki'de yediğimiz kumrular unutulmazdı. Yola çıkacağımız gün bile denize girmeyi ihmal etmedik. Yüzdükçe yüzmeye doyamıyorduk bu sahillerde. Malesef tatilin sonuna gelmiştik. Ege'ye bir kez daha hayran kalmıştık. Doğası, kasabaları, insanlarıyla kesinlikle sadece gezilecek değil insanın yaşamını geçirebileceği yerler gördük, tanıdık ve çok sevdik. Her güzel şey gibi 10 günlük bu rüya gibi gezi sona erdiğinde; hayal kurmamıza, beklememize değen bu özel tatil Özkan'a ve bana ömür boyu minnettar kalacağımız bir armağan vermişti. "Deniz" dünyamıza girmişti.