11 Şubat 2011 Cuma

Küçük Kasaba'nın Armağanı

O'nu tadığımda sekiz yaşındaydım. Kendi küçüklüğümden olsa gerek bana yetişkin olacak kadar büyük görünmüştü oysa O da çocuktu. Bambaşka bir dünyada buldum onu. Kendi dünyamdan, şehrimden kilometrelerce uzaklardaydı. İlk gördüğümde çocuk yaşında "anne" olmaya hazırlanıyordu ama aslında farkında bile değildi, oyun geliyordu. Anne olmanın ne olduğunu bilemeyecek kadar çocuktu davranışları. Beni ellerimden tutup kendine çekiyordu her gülümseyişinde. Ben biraz büyüyor, o biraz küçülüyor ve yaşlarımız eşitleniyordu. Her zamanki gibi basit bir hayranlıkla başlayan duygularım büyük bir sevgiye dönüştü. Hep öyle olmaz mı zaten? Bütün sevgiler "O" insanın tek bir yönüne hayranlık duymakla başlamaz mı?Onunla da böyle olmuştu. Onda hayran olduğum; yaşama sevinci ve ne olursa olsun mutlu olmanın yolunu bulabilecek tavrıydı. Sürekli gülümsüyordu. Gözleriyle ve yüzünün her ayrıntısıyla gülüyordu sanki. Bir süre sonra onun benim çocukluğumu seyrettiğini farkettim. Memleket bildiğim kasabada, annemin aile evindeydik. Aslında her yaz geldiğimiz bu ev ve bu kasaba onu tanıdıktan sonra benim için büyük anlamlar kazanmıştı. Küçücük bir pencereden, onun çamaşır astığı balkonu seyrediyor, yakaladığımda yanına koşuyordum. Her fırsatta yanında duruyor, bazen hiç konuşmasam da sadece onu ve yaşamını izliyordum. Bitmek bilmeyen neşesi hayrete düşürüyordu beni. Herkese karşı aynı sıcaklıkla konuşur, hiç kötü konuşmaz, kötü bakmazdı bile. Tanıdığım en sevgi dolu en temiz insanlardan biri olacaktı.Biliyordum; ona duyduğum sevgiyi hissediyor ve bana inanıyordu. Hayatım boyunca belki kimse bana onun inandığı saflıkla inanmadı. Daha çocukken güvendi bana. Olgunlaşıp değişeceğimi bilerek, belki çok uzun zaman görüşmeyeceğimizi bilerek sessizce inanıyordu bana. Aramızdaki yüzlerce kilometrelik mesafeye rağmen birlikte büyüdük sanki. İtiraf ediyorum, beni o kasabaya bağlayan onu görme hevesiydi o yıllarda. Kış aylarında büyüyen yaşımla birlikte arkadaşlığımız da büyüdü. Araya giren aylar, benim yaşamımdaki büyüme evreleri, hayatıma giren onca insan ve onun zorluklarla dolu bambaşka yaşamı bizi hiç birbirimizden koparamadı. Karşılıklı yazılan mektuplar, gülümseyişini ahizenin diğer tarafından bile hayal ettiren uzun telefon konuşmalarımız oluyordu. Ve her yaz onu görmemle yeniden tazeleniyordu arkadaşlığımız.Dönüp geriye bakınca neredeyse 20 yıldır tanıyorum onu. Apayrı dünyalardaki yaşamlarımız hiç bir zaman aynı yolda yürümemize engel olamadı. İyi-kötü günlerde hep uzaktan tutunduk birbirimize. Sesinin tonu bana hiç kötü çıkmadı, hiç üzmedi, vazgeçmedi...Hep orada o kasabada her an bana uzanabilecekmiş gibi hissettirdi. Artık ne ben o kasabaya gidiyorum ne de o, orada yaşıyor. Senede bir defa bile görüşemiyoruz. Ama yine de vazgeçmedik bu dostluktan. Mesafeler, gelip geçen yıllara rağmen hala aynı yakınlığı duyuyoruz. Evlendiğim gün bana bakıp "hala sekiz yaşındaki çocuksun benim için" demişti. Biliyorum zaman zaman ben büyük o küçük zaman zaman tam tersi rolleri oynadık ilişkimizde. Yaşlarımızı değişip durmuştuk. Ama ömrümüz boyunca birbirimizi 20 sene öncesindeki gibi hatırlayacağımızı biliyorum. Ben bahçeye kendi kendine oynayan küçük kız, o ise anne olmaya hazırlanan neşeli küçük kadın...
"Pınar için..."

9 Şubat 2011 Çarşamba

İncelikler Yüzünden

26 Nisan 2010

Bugün, Bostancıdan Kabataşa giderken denizden, önce annemle babamın evimi gördüm, ondan sonra ilk gençlik yıllarımın geçtiği okul binamın yerindeki gökdeleni...Gözümün önünden bir anda bir dolu anı geçti.Henüz onların etkisinden kurtulamadan, bir de baktım Edebiyat Fakültesinin yeşil çatısı. Bu kez beş yılın onlarca anısı gözlerimde. O anılarda hep insanlar vardı. Bir dolu insan. Ve ne kadar çok insanı aklımdan geçirdiğimi farkettim. Hepsini ayrı ayrı, sıraya koymadan ne çok sevdiğimi. O sırada Sertab dinliyordum. Hani bir şarkısı vardır ya "Yolun Başında" diye. Şarkı şöyle der "belki de sen sandığım şey benim yüreğimdi". Hayatımda duyduğum en doğru cümlelerden biri. Çok sevdiğim onlarca insanı aklımdan geçirirken, yaşadığım sevgi-yakınlık-hasret-hayalkırıklığı gibi duyguları daha tapteze gibi hisserken, bu cümle iyice anlamını kazandı içimde. O kadar doğru o kadar gerek ki! Kimi seversek sevelim, ne yaşarsak yaşayalım aslında gördüğümüz hissettiğimiz kendi kalbimiz ve onun yarattığı sevgi değil mi? Her sevgide ve her aşkta kendimiz değil miyiz sonuna kadar yaşadığımız, yeniden farklı yönlerimizi, yaşama dair uç noktalarımızı keşfettiğimiz kendi ruhumuz değil mi? Her sevdada tazelenen, her hayalkırıklığında parçalanan ve parçaları birleştiren yine kendimiz değil miyiz? 
Ve hemen ardından aşağıdaki şarkı geldi. Sertab'ın en özel ve belki de kenarda köşede kalmış şarkılarından. Hani herkesin anlayamayacağı şarkılar vardır ya. Hani çok da popüler olmazlar. İşte onlardan biri. Sever misiniz bilmiyorum ama sözlerini okuyunca ve anımsayınca, eğer benim gibiyseniz anlayacağınızdan eminim. Bu şarkı; küçük ayrıntılarla büyüyen, beslenen ve bazen aynı ayrıntılarla yere düşen herkes için. Bizim yaşamımız "incelikler yüzünden" kırılıp dökülmekle, sonra yeniden başlamakla ve yine bu incelikler yüzünden hayata bağlanmakla geçmiyor mu ? Aslında hayat o hiç ciddi alınmayan basit, küçük, sıradan ayrıntılar üzerine kurulu değil mi? 

İncindim, incitildim derinden
terkettim kendimi
tesadüfen karşılaştım içimde
kendimle yeniden
bir minicik kız çocuğu bak
duruyor orada hâlâ
anlatamam gördüklerimi
o neşeli çocuğa
artık beni asla yaralayamaz
hayat eğer istemezsem
yıllar beni kolay yakalayamaz
ben durup beklemezsem
siz yine de incelikli davranın
benim kadar değilse de
ben bu yüzden, incelikler yüzünden
belki daha çok üzüldüm

SERTAB