28 Ocak 2011 Cuma

Haliç'e Uyanmak

Biz üç arkadaş, Sütlüce'den Haliç'e bakan bir evde uyandık. Perdesiz, yerlere uzanan pencereden haftasonu sessizliğini yaşayan Haliç'i ve eski mahallelerini izledik. Birimiz Can Yücel şiirlerine benzetti mahalleleri, diğeri ise gözleriyle insanları aradı uzun uzun. Sessizce izledik, hayal kurduk...İlk kez bir evde televizyon olmamasının insana nasıl bir huzur verdiğini farkettim. Ve aslında o renkli kutunun bizden neler aldığını. Uzun uzun sessizliği dinleyip, sadece aklından geçen düşüncelerle ya da yanındaki sevdiklerinle konuşabilir insan. İçeri dış dünyadan hiç bir ses almadan. Yanında kimse yoksa bile insan yalnızlığından büyük bir keyif duyar. Hava karardığında küçük bir ışık yakarsın, Haliç'e vuran küçük ışıkları kaçırmazsın. Gün aydınlandığında ise hiç bir apartman gölgesinde olmadığı kadar taze uyanırsın.  
Gerçek, tarihi İstanbul'u seyrettiren bu evde ilk kez uyuduk-uyandık. Sanırım üçümüze de iyi gelen bir sabahtı. Daha öğlen olmadan kürek çeken sporcular akıntısız, kıpırtısız Haliç'in tadını çıkarıyorlardı. Onların yerinde olup tazelenmek istedim. Ya da bir kayıkla kürek çekerek gezmeyi. Tam karşımızda, ülkemizin küçük bir minyatürü olan merkezde gezen, fotoğraf çektiren aileler vardı. Bense yukarıdan onları izleyip, fotoğraflarını çektim. Yakından gezmiştim yıllar önce ama Türkiye'nin güzelliklerini uzaktan izlemek, cennet memleketimi bir karede görmek gibiydi ve keyifliydi. Aslında bu evde yani İstanbul'da geçen saatler keyifliydi.

27 Ocak 2011 Perşembe

Deniz'e Doğru

Bülent Ortaçgil'in son albümünü canlı dinleme fırsatım oldu. Yıllar sonra yepyeni şarkılarla tanışmak çok güzeldi, her zamanki gibi kendine has ve huzur vericiydi. Ama en çok 'Denize Doğru' şarkısı etkiledi beni. Hani okuyunca "ben yazmalıydım" dediğiniz şarkılar, şiirler, kitaplar vardır ya..İşte tam da öyle hissettim şarkının sözlerini duyduğumda. Bence herkes kendini bulacaktır. Ama benim için hayatımdaki ve bana dair çok şeyi ifade eden sözler. 


çözdüm her şey çok basit denize doğru
üç beş dakika yeter derdimi anlatmaya

zaten çoğu şey değmez çok konuşmaya
denize doğru denize doğru
düşlerimde bile kaçtım denize doğru
aslında kaçmak değil sevgiye koşmak
sessizdiler ama çoktular
biraz deli biraz çocuktular
denize doğru denize doğru
kolunu kaptıranlara çare bulunmaz
yaşam bizden hızlı beklesen olmaz
kararımı çoktan verdim
denize doğru denize doğru
gülmez çünkü hiç bilmez
dertleri ağır bütün kapılar çalınır
ama bilgeler sağır
mışlar mişler ne demişler
burada bulamamışlar
denize doğru denize doğru
gittim çünkü eskittim kentin sokaklarını
kimsenin umurunda değil
suratlar soğuk ardında çok şey bırakmadım
kalanları da almadım
denize doğru denize doğru
adını düşürenlere üzülsen değmez

sesini kaybedenlerin bir şarkısı olmaz
kararımı çoktan verdim
denize doğru denize doğru

24 Ocak 2011 Pazartesi

Memleket Anısına

Bahçe ve Evimiz Anısına...
Bu satırları yazdığım günlerde Bahçe'deki dede evimiz satış aşamasında. Belki sizler bu yazıyı okurken çoktan satılmış olacak. Kısa bir süre sonra da evimiz yıkılacak. İlk duyduğumdan beri aklıma her geldiğinde içimi sızlattı bu haber. Sanıyorum ki Bolat ailesinin her çocuğu, her gelini ve damadı, her torunu için bu duygular yaşanmıştır. 
Hayat şartları mı dersiniz yoksa dünyanın düzeni mi bilmem ama elbet satılması gerekiyor. Eninde sonunda. Çünkü memleket uzakta...Çünkü para malesef önemli bir ihtiyaç...Çünkü artık oraya gidemiyoruz..Gitsek bile evimize uzaktan bakabiliyoruz...Oysa çocukken ne hayaller kurardım o evle ilgili. Çok param olacaktı ve ben o evin bütün eksiklerini giderecek, olumsuzluklarını düzeltecektim. Ki asla yıkılacak hale gelmesin.Ama olmadı işte. Zaman çabuk geçti ve evimiz eskidi.
Şimdi o ev yıkılacak ve yerine başka bir ev yapılacak. Çocukluğumuz, ilk gençlik yıllarımız artık sadece hafızalarımızda anı değil, gerçekten 'tarih' olacak. Bize düşen fotoğraflara bakıp anılarımızı saklamak.
Hanginiz unuttu ya da hangimiz unutabilir ki Bahçe'deki evimizi. Evet biz torunlar çocukken zaman zaman istemeyerek gittik belki oraya. Belki şehir hayatlarına alışmış bizler için orada zaman geçirmek, oranın insanlarına alışmak zor oldu ama... Ama ben eminim ki o kasaba ve o ev her birimizin kişiliğinin şekillenmesini etkiledi ve hayatlarımızda önemli bir yer tuttu. Belki farkında değiliz ama  'Bahçe' bize çok şey öğretti.
İlk kez orada hayvanlarla oynadık, tavukları kovaladık mesela, kimimiz o tavukları eve bile aldı,   kimimiz orda sünnet oldu, kimimiz başını yardı, trenlerden atladı. İlk kez orada dizlerimizi kanattık mesela, ilk yaramazlıklarımız, üstümüz kir içinde eve dönüşlerimiz ilk defa orada yaşandı. Apartman hayatlarından farklı olarak ilk kez orda, adımımızı atar atmaz sokaktaydık. Özgürdük. Sık sık evden kaçar evin önündeki su arklarında oyunlar oynardık. Kuzenler olarak orda tanıdık birbirmizi, orda küstük orda barıştık. Ahşap parçalarından veya taşlardan oyuncaklar yapıp oynadık. Kimimiz böceklerden sineklerden korktu, kimimiz orda alıştı yer yatağının keyfine...Kısacası hepimiz orda büyüdük bir parça.
Hem kim unutabilir ki arka bahçede yaptığımız mangalları ya da kurban bayramlarında beslediğimiz koyunları. Arka bahçeden meyve toplamayı, ön bahçenin çam ağaçlarından düşen fıstıkları kırıp yemenin keyfini kim unutabilir. Orda geçen bayramları, sabah-öğlen-akşam pide almak için çarşıya koşmayı, sıcak pide ellerimizi yakarken koşarak eve dönüşlerimizi, çarşıda insanların bizim varlığımızı hemen farkedişlerini, sımsıcak ama biraz da meraklı ‘hoşgeldin'lerini, kör Hüseyin Ağbi’yi, ıslak öpücüklerini halen yanaklarımızda hissedebileceğimiz rahmetli Fatık Teyze’yi unutabilirmiyiz. Peki ya kibarlığı ile bizi kendine hayran bırakan Gaffur Amca’yı, güzel kısırlarını yediğimiz Hatice Teyze’yi ve onların ahşaptan evlerini, Eşref Amca ve ailesini, Zekiye Teyze ve birbirinin kopyası kızlarını, Hasan dayı ve macera dolu ailesini ? Ya büyükannemizin bizi nasıl heyecanla beklediğini ve beklerden bizim için yaptığı yemekleri, pidelerin içine onun yaptığı vişne reçelini sürüp de yediğimizi. Ya biraz büyüdüğümüzde ön balkonda oturmanın huzur verici keyfini unutabilir miyiz, sabah akşam balkonu yıkarken ayaklarımızı buz gibi hortum suyuyla serinlettiğimizi. Çiçekleri, bahçeyi sulamayı. Ya evin ön bahçesindeki ahşaptan salıncakta sallanmayı, tadı hala damağımızda dondurmaları, seslerine alışmakta her defasında zorlandığımız trenleri ve motosikletleri..Evin o kendine has kokusunu..Unutamayız biliyorum.
Şimdi kimbilir belki bir daha oraya yolumuz hiç düşmeyecek. Belki çok yaklaşsak da gidemeyeceğiz doğunun o küçük kasabasına. Gitsek bile 'evimiz'i göremeyeceğiz artık. Jandarmanın tam karşısındaki, zamanının en güzel evini yerinde bulamayacağız. Karşısında duracağız, gözlerimizin önüne yüzlerce anı gelecek. Gözlerimiz ıslanacak. Dedemizi, büyükannemizi anacağız. Ve iyi ki diye geçireceğiz içimizden, iyi ki dedem bu evi yaptırmış. İyi ki uzak yollardan gelip tatillerimizi burada geçirmişiz diyeceğiz. İyi ki çocukluğumuzun en güzel anılarını burada Gavur Dağı eteklerinde yaşamışız diyeceğiz..

Sadece anımsatmak istedim. Unutmayın, unutmayalım..

Sevgilerimle...

21 Mart 2007